“ İşler olup bittikten sonra budalanın aklı başına gelir.” demiş yıllar yıllar önce W. Şhakespare… Yani hapı yuttuktan sonra, yani hapı yuttuktan sonra, yani ütüldükten sonra, yani bir devlet büyüğümüzün vecize sözü “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra.”  Yani yani  yani… Testi kırıldıktan, bardak parçalandıktan sonra, bu sayfa boyunca değil, bir kitap boyunca uzatmak mümkündür bu yanileri…

Yoksullaşma, esaret, iftira, hakaret, işkence,  hukuksuzluğun her türlüsü, kalleşlik, döneklik, sadakatsizlik, aşağılama, kavga ve en çok da aldatma.

Konyaaltı’ndaki çakılları bırakın bir yana sahildeki bütün kum taneciklerini saymak da mümkündür. Örnekleme irdeleme bilmem ne sistemleriyle.

Sorgulayan sanatçılarımız varsınlar sorsunlar sorucuklarını.

İnsanlarımıza bu hayat nasıl reva görüldü?

“ Ben bilirim siziii…”

Sanki birinin kaşında çaresizlik içinde hayatları son bulan Miletus’lu Bakireler var.

Kimler tiksinti duydukları hayatlarına kendi elleriyle son vermiş diye bir soru sorulsa insanlara!

Bilgeliğin, sanatın en hakikatli dostları olan adlarla karşılaşıveriyorsunuz!!! Neden?

Bizim topraklarımızda yaşamış Sinoplu Diogenes, Xencorates, Cato, Cassius, Brutu, Chiron, Sokrates, Şeyh Bedrettin. Yakınlarda bir sürü sanatçı ve sanat aşığı insanlar…

Bu insanlar bir yandan ölümüz gibi adlarıyla en azından yaşarken ölümü neden çağırmışlardır kendi elleriyle?

Soru öylesine yaman bir soru ki…

Anladınız mı şimdi İnsanların hepsi bilge insan olaydı, sanatçı insan olaydı ne olurdu dünyanın hali?

Yaşamak için ne kadar az gerekçeleri varsa bir o kadar haz alıyorlar inanlar bıkkınlıklarından.

Bütün insanlar banyolarına ya da hamamlarına bırakıyorlar kirlerini ama banyolar ya da hamamlar da kirlenmiyorlar bir türlü. Neden?

Anlamlandırılamaz bazı aşklar.

Düşününki ihtiyar bir adam boyuyor saçlarını. Halen yaşıyor olduğu için keyfi gıcır. Genlere taş çıkartır kendisine soranız. Sanırsınız Küheylan. Bu kart horoz mumya gibi olduğuna bakmaksızın gencecik bir kıza kaptırmıştır bir de gönlünü…

Düşünün ki bir yaşlı hanımefendi sanki kabirden kaçmışçasına çelimsiz yarı ölüyken mırıldanıyor kendi kendine.” Yaşamak güzelll…”Parayı ve malı bastırıp kapatıyor torunu yaşındaki bir oğlanı eve.

Birileri gülüp geçer de yok mu sayacağız bu tipleri.

Anlamlandıramadığımız aşksa eğer. Daha neler var neler! Ben bilirim seni , sizi… Acı bir tebessüm. Belli belirsiz bir küfür.

Hayatlar arası hayattır ast olan.

Ama, fakat,  lakin. Evrime inanmayanlar aşkın evrilmesini nasıl anlayacaklardır ki?

Ya da şöyle soralım sorumuzu en iyisi? İnsan dışında hiçbir canlının doğayla hiçbir sorunu yokken inan niçin kendi varlığına engel olup özgürlüğüne zincir vurduğunu sanıyor ki doğaya?

Anlamlandırılamayan bir aşksa eğer, bu da cevaplandırılamayan bir soru o zaman. İşte sanatçı biraz da aşkı anlamlandırıp cevaplandırılamayan soruları sorup o sorulara cevap arayan kişilerdir.

O zaman şöyle de denilebilir mi?

İnsanın başına bela oluverecek güzellikleri de bir kapı eşiğinde buluveren insanlar sanatçılardır.

Kuşları yakalayıp kafeslere tıkmakla, bir atı evcilleştirip ondan faydalanmak da anlattı bir zamanlar. Bir Boğayı öldürmeye çalışıyorlar Neolitik zamanlar Çumra’sında Çatalhöyük te bir gurup insan. Ve onu bir evin bir duvarına resmediyor bambaşka biri. Bütün bunlar sanat değilse ne?

Allan girli, dolambaçlı yollara gerek var mı?

İlk kez bir domatesin nasıl da korkuyla yenildiğini düşünün fedakar bir insanca ölüm pahasına. O kadar Mantardan şundan bundan zehirlenip ölümlerden sonra ilk kez ama.

O deneyim bile sanat değilse eğer sanat nedir o zaman?