Tarih kitapları Atamızın 10 Kasım tarihinde bu dünyadan göçtüğünü ve ölüm yılı olarak 1938’i kabul eder, ben ise hiçbir zaman onun öldüğünü kabullenmedim.  Bana göre liderler, büyük adamlar özellikle yoktan var edilen bir ulusu yaratanlar asla ölmezler…

Onlar eserleriyle yaşarlar…

İlkokulu evimizin tam karşısında olan Yeni İlkokulu’nda okudum. Her 10 Kasım geldiğinde kendimi Atatürk’ün huzurunda hisseder, ona seçme şiirler ezberleyip 10 Kasım’da okumayı bir borç bilirdim. Okulumuzun geniş bir avlusu vardı. Ortada kocaman bir havuz vardı ve yerden 1 metre kadar yüksekti. Biz her 10 Kasım’da bu havuzun üstüne öğretmenlerimizin yardımıyla çıkartılır, yüzümüzü bahçemizin doğusunda yani güneşin doğduğu yönde olan dev çınar ağacına döner şiirlerimizi okurduk. Çınar ağacını hep Atamıza benzetirdim. Devasa dallarıyla bizi sarıyordu. Onun gölgesinde top koşturur oyunlar oynardık.

Onun gölgesinde dinlenir, onun gölgesinde Latin harflerle ders yapardık. O benim için çınardı. Bu devasa çınar ağacıydı Atatürk. Her okulun bahçesinde her yolda her köyde bir çınardır.

O geceleri Ay’dı, Yıldız’dı. Gündüzleri güneşti, bizi, içimizi ısıtır ışık saçardı. Bazen de okulumuzda dev çınardı, bizi izlerdi.

Ben kendimi bildim bileli hep şiir okurdum. 1. sınıfı hatırlayamıyorum ama 5. sınıfta Atamızla ilgili kendi yazdığım şiiri okumam olay olmuştu. Yüzümü Ataya dönerek,  ‘Atam, biliyorum bizi izliyorsun. Senin için dün gece yazdım bu şiiri. Beğeneceğini düşünüyorum’ şeklinde konuşarak kendi yazdığım şiiri okudum. Okuduğumda öğrenciler hüzünlü olmasına rağmen, hatta okulumuza gelen bazı veliler özellikle anneler ağlarlarken ben şiirimi bitirip Ata’ya başımı önüme eğip selam verirken alkış kıyamet koptu. Öğretmenler şaşkın ve telaşlı olduklarını gördüm.  Kendi yazdığım 10 Kasım şiiri öyle içten okumuştum ki, alkışlar kıyamet…

Sararmış her yaprağı onun gözleriydi. Bizi izliyor bize bakıyordu. Yorgunluğunu, sararmış yapraklarından anlıyordum. Her baharda yeşeren yapraklarıyla yeni bir kurtuluşu, özgürleşme olarak algılıyordum.

Göz ucuyla çınar ağacına baktığımda yaprakların sallandığını benim şiirimi beğendiğini hissediyordum.

Sanki, ‘Aferin çocuk, iyi ve güzel yazmışsın’ dediğini duyar gibiydim.

Beni havuz başından indiren öğretmenlerim tek tek yanaklarımdan öperek elleriyle saçlarımı okşamaları çok hoşuma gitmişti. Mutlaka Atam’da benim şiirimi beğenmiştir diye düşünerek mutlu ve huzurlu bir şekilde sırama geçtim.

Onu daha iyi tanımak, anlamak için Ulucami’nin üstündeki Kütüphaneye gider kitapları karıştırırdım. Çok şeyler yazıyordu ama benim çocuk aklım almıyordu. Beynim zorlanıyor, anlayamıyordum.

O yıllarda Hürriyet Gazetesi ‘’İZİMLER kimlerdir’’ isimli bir kitabı 14 kupona dağıtıyordu. 14 gün kendi harçlığımdan biriktirim paramı hiç harcamadan gazete alıp kupon biriktirdim. Amacım Kemalizm ve Atatürk’ü okumaktı.

Kuponlarımı tamamlayıp İstanbul adresine gönderdiğimde kitabım gelmişti. Kitabın içinde kimler yoktu ki?

Dünya’nın en güçlü filozof, felsefe adamı büyük isimler vardı. Bu isimler Dünya insanları tarafından saygı duyan insanlardı. Beni ilgilendiren ise Mustafa Kemal Atatürk’tü…

Onu okudum. İlk kitabımdı. Okudukça gurur duydum. Ortaokul yıllarımda adeta ezberlediğim bu kitabı arkadaşlarıma da verdim. Verdikçe keyif aldım.

Ulu çınarımı bu kitapta yaptığı devrimleri, emperyalizme karşı verdiği özgürlük mücadelesini, çaresizlikten çareyi bulmayı, umutsuzlukta umut yaratmayı, yokluktan var etmeyi ondan öğrendim.

Yine yazımı bir çınar ağacı altında yazıyorum…

Biliyorum bana bakıyor…

Belki de yeteri kadar izinde gidemediğimize kızıyor, üzülüyor,

Belki de sabırlı olmamı, umutsuz olmamamı düşünüyor…

Belki de sararan yapraklarıyla, ‘’Ben yok olan bir ülke, içinde mutlu bir halk yarattım.’’

Sen ne yaptın…

Umutsuz olma…

Duyar gibiyim…