Aysel, 7 Şubat 1929’da Saraköy Denizli’de Ebe Kamile Kezban Hanım ve Hakim Ali Rıza Bey’in en küçük çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ailesi ona, “Gönül Aysel Gürel” adını verdi. İhsan adlı abisi ve Ahsen adlı da bir ablası vardı. Çocukluğunun ilk yıllarını doğduğu topraklarda geçirdi. İleride bürüneceği renkli kişiliğinin ilk adımlarını atıyordu içindeki cevherden habersiz.  Aysel, çocukluğunda babasının işi dolayısıyla Karadeniz’de okula gitti. Liseye geldiğinde ise, İstanbul Erenköy Kız Lisesi’ne kaydoldu. Deli dolu halleri, şarkıları, şiirleri hala devam ediyordu. Üniversite seçimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nden yana kullandı. Tüm hayatı boyunca şarkı sözleri yazacaktı. Ancak bunun yanında Edebiyat Öğretmenliği de yaptı mesela. Ayrıca tiyatro oyunculuğu da yapacaktı. Şairliği ise hep bakiydi. Aysel, yüzmeyi çok seviyordu. Yasak olduğunu bildiği, baskılandığı her şeye karşı düşkünlüğü ayrıydı. Özellikle yaşadığı keder dolu o günden sonra Aysel, Trabzonlu kızlardan farklı olarak yüzüşüne ay değil güneş şahit olsun istiyordu. Bu yüzden gündüz vakti ve mutlaka mayo ile girerdi denize. Trabzon’dan Sivastopol’a yüzmek istediğinde tam 8 kez boğulma tehlikesi geçirecek ve bunları yıllar sonra bir anı olarak şu cümlelerle anlatacaktı: “Ben yüzücüyüm.  Karadeniz’de büyüdüm. Karadeniz, bir adım attıktan sonra üç insan boyu olur. 8 kere boğuldum, suni teneffüsle hayata döndürdüler ağzımdan kanlı köpükler, kumlar gelerek. Karadeniz’de lamboz dediğimiz anaforlar var. Çoğu arkadaşım daha on dört, on beş yaşlarındayken o şekilde boğuldu. O nedenle sabahları vurgun yemiş gibi uyanırdım. ‘Gitti Kebire gittii Semiha gittiiii’ çığlıklarıyla, tahta teneşirlerin üzerinde upuzun saçları arkadan sarkmış yıkanırken seyrettim birçok arkadaşımı. Hepsi bakire olarak, öylece gittiler”. İşte birçok şarkısında geçen “vurgun” sözcüğünün içini, bu günlerin anısı dolduruyordu. Bir tiyatro oyununda sahnedeydi Aysel Gazeteci Vedat Akın ile karşılaştığında. Birbirlerini çok etkilemişlerdi. Aysel yine deliliğe vurmuştu evlenme teklifini eden taraf kendisi oldu. Üstelik öylesine anlık bir eylemdi ki. Müjde Ar evin büyük ablası, Mehtap Ar ortancası, Aysel ise ailenin en küçüğüydü. En büyük sıkıntıları ise, kesinlikle parasızlıktı. Aysel, kızlarına yeri geliyor yedirecek bir lokma bulamıyordu ama kesinlikle eğitimlerinden vazgeçmiyordu. Karınlarını doyurmanın bir yolu bulunurdu. Ne olacaktı ki, akşam yemeği vakti komşularına bir misafircilik oynayıverirlerdi olurdu, biterdi. Ama eğitimleri noksan kalmamalıydı. Bu misafircilik oyunu özellikle Bakkal Adil veresiyeyi kestiği zamanlarda oynanırdı 3 kız kardeşin hanesinde. Mehtap Ar, üçünün başrolde olduğu bu oyunu şöyle anlatacaktı annesini anarken: “Yemek zamanı misafirliğe gitmek! Komşularımız ‘Buyurun sofraya’ dedikleri zaman, ‘Biz tokuz’ derdi annem. Tabaklara bakardık melül melül. Annem sıkı sıkı tembihlerdi hemen masaya koşmayalım diye. Ancak üçüncü tekliften sonra ‘Madem ısrar ediyorsunuz’ dediği zaman gözlerinden ‘Fırlayın!’ mesajını alırdık”. Türk Popunun yükselişte olduğu zamanlardı. Henüz kimse Aysel Gürel’in nasıl bir renk olduğunun farkında değildi. Şiirleri bestelenmeye başlamıştı. Bu başlık tam da bir deli kadına yaraşır şekildeydi işte. Binlerce aşk şiiri yazmış, milyonlarca aşka tanıklık etmiş şarkıların sahibi aşka inanmıyordu. Ona göre insan bir patatese bile aşık olabilirdi. Her zaman her konuda olduğu gibi bu konuda da şeffaftı. Özellikle kadınlar ve kadının cinselliği konusunda konuşmaktan asla çekinmedi. Bir insanın bir diğer insanın vücuduna hoyratça sahip olmasını “Naziler’in Polonya’ya girmesi” olarak tanımlıyordu ve bu kesinlikle “Haksızlık”tı. Bu başlığın asla yakışmadığı kuşkusuz renkli isimdi. Ama her insan gibi onun da bedeninin bu dünyadan gideceği bir zaman vardı. 2007’nin sonuna doğru akciğer kanserine yakalandı. Teşhisinin üzerinden 2 ay geçmemişti ki, 17 Şubat 2008’de hayata gözlerini yumdu.