Okul tatilinde yaz sıcaklarını fırsat bilip hemen hemen her gün dereye inmiştim. Ortaokul yıllarıydı. Elime bir kova alıp yavru balıkları yakalar ve sevdikten sonra tekrar suya bırakırdım. Kovayı suya tek daldırışımda epey balık yakalar, onların sudaki süzülüşlerini keyifle izlerdim.

Tatile öyle adapte olmuştum ki aklımda ne okul kalmıştı ne de sezonda yaşadıklarım. Sonbahar, ilkbahar ve kış mevsimini bir anda unutuvermiştim sanki. Evdekiler de benim bu halime ses etmemişti. Babam o yıllarda sanayide esnaftı. Araçların motorlarını tamir eder, bakımlarını yapardı. Eve yorgun argın gelirdi. Beni sakinlikle izler, yaptıklarıma hiç karışmazdı. Bu tür konularda daha çok annemle yüzgöz olurduk. Evi çekip çeviren oydu o zamanlar. Dereden eve balık getirmek istediğimde sağ olsun ikisi de beni hiç kırmadı. Oturduğumuz ev üç katlıydı ve henüz çatı yapılmamıştı. Evin en üst katına çıkarak bazen güneşlenir bazen de oyunlar oynardım. Kağıttan yaptığım uçakları aşağıya bırakır, inişlerini keyifle izlerdim. O gün de yine bir kova yavru balık yakalayıp eve getirdim. Birkaç gün çatı katında misafir edip sonra tekrar dereye bırakmayı planlıyordum. Çatı katında bir bölgede çukurda kalan bir yer vardı. Yaklaşık derinliği otuz santim kadar vardı. Büyük ihtimalle banyo ve lavabo için ayrılmış olan boşluklardı o zamanlar. Oraya güzelce su doldurdum. Dereden yosunlar getirerek doğal bir görüntü vermeye çalıştım. Evin etrafından topladığım taş ve mıcırları o su birikintisinin içine yerleştirdim. Balıkları da suya bırakarak keyifle izlemeye başladım. Evden çıkardığım ekmek kırıntılarını da suya bırakarak aşağıya indim. Nasılsa bana karışan eden yoktu. Dereden balık getirdiğim kovayı da yıkayarak yerine bıraktım. Birkaç gün dereye inmeme kararı almıştım. Çünkü artık yavru balıklar çatı katındaydı. Merdivenden çıkarak hem etrafı izleyecek hem de balıkları seyredecektim. Yaz tatili olduğundan dolayı köyümüze şehirde yaşayan ailelerin çocukları gelmeye başladı. Onlarla kaynaşıp arkadaş olduktan sonra vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorduk. Köyümüzde zaten arkadaş ortamımız kalabalıktı.

Sabah erkenden kalkıp yaz kursu için camiye doluşur, öğleden sonra eve gelirdik. Geriye kalan zamanlarda ise derede yüzer, sulama kanalında kulaçlar atar, okulun önünde toplanır maç oynardık. Akşamları bile oyunumuz olurdu muhakkak. Saklambaç vazgeçilmezimizdi. Gündüzleri kurstan kalan zamanı arkadaşlarla bir araya gelerek değerlendirirdik. Bisikletlere biner çevredeki kasabaya varır oradaki pideciden pide alır yerdik. Dönüşte gazoz aldığımız eski bakkalın kadın sahibi bize minik ikramlarda bulunurdu. Bisikletleri bir yere park edip gölgede sohbet etmeyi de unutmazdık. Sakız ambalajlarının içinden çıkan araba ve futbolcu resimlerine hayranlıkla bakardık. Nasıl olduysa ben o hareketli ve neşeli günlerin tadını çıkarırken çatıdaki balıkları unuttum. Yaz mevsimi hepimizi öylesine etkilemişti ki dün yaptığımızı bugün hatırlama gereği duymaz olmuştuk. Oysa o balıkları oraya ne heveslerle getirmiştim ben. Çocukluk işte. Yaz mevsimi yerini sonbahara bırakmış kışa merhaba demeye hazırlanır olmuştuk. Yazdan kalma sıcak geceler yerini rüzgâra ve hafif soğuklara bırakmış, yağışlar da başlamıştı. O yaz hiç unutmam haftada en az iki gün yağışlı geçmişti. Toprak suya doymuştu. Benim çatıda unuttuğum balıklar da o düzenli yağışların sayesinde hayata tutunmuşlardı. Suyun bulunduğu alan sızdırma yapmadığı gibi balıkları da susuz bırakmamıştı. Yağmurdu elbet bunun başlıca sebebi. Benim bu olan bitenden ancak iki yıl sonra haberim olmuştu. Temizlik için çatı katına çıktığımda elimdeki süpürgeyi bırakmamla suyun yanına koşmam bir oldu. Biz belirli dönemlerde yaz ve kış hazırlıkları yapardık. Evi, etrafını, bağı ve bahçeyi temizler daha sonra düzenleyip kullanıma hazır hale getirirdik. Balıkları yavruyken çatıdaki suya bıraktığım tarihten iki yıl sonra sonbahar günü okulların açılmasına az bir zaman kala annem, kardeşim, ablam ve ben genel temizliğe başladık. Babam sürekli çalıştığı için bize yardım edemiyordu. Evin içinden başlayarak bağı bahçeyi titizlikle temizledik. Çöpleri, kuruyan dalları, atık malzemeleri bir araya toplayarak çuvalladık. Bahçeyi komple süpürdük, halıları yıkayarak kuruttuk ve serdik. Son olarak annem bana çatı işine el atmamı söyledi. Temizlik bitmişti. Ama çatı süpürülecek ve yıkanacaktı. Elimde hortum, süpürge, çöp bidonu çatıya çıktım. Malzemeleri yere bıraktım. Ellerim belimde etrafı seyrederken su birikintisindeki kıpırdamalara dikkat kesildim. Sanki bir el suya müdahale ediyor ve dalgalandırıyordu. Ürktüm ve elime süpürgeyi alarak suyun yanına gittim.

Aman yarabbi… Balık sürüsü var… Şimdi her şeyi hatırladım işte… Tatilin tadını çıkarırken az kalsın balıkları aradan çıkarıyormuşum da haberim yokmuş… Çatıda unuttuğum balıklar iki yıl içinde kocaman olmuşlar. İçimdeki korku yerini sevince bırakmıştı. En az yarım saat onları izledim. Saymaya çalıştım ama nafile. Bir sürüden bahsediyorum ben. Hemen temizliğe başladım.

Çatıyı komple süpürüp temizleyerek yıkadım. Malzemeleri merdivenin yanına hizaladım. Tekrardan suyun yanına vardım ve yere çöktüm. Ben ne yapacaktım şimdi..? Bu kadar balık nereye gider ve ne yapar..? Aklıma gelen ilk fikri değerlendirmeye karar verdim. Balıkların durumunu bizimkilere anlattım. Hep birlikte suyun yanına gelerek ortak bir karar aldık. Madem bu balıklar bizimdi o halde onları biz yiyecektik. Kış boyu balık ziyafeti çektik. Her hafta çatıya çıkıp birer tava dolacak şekilde balık alıp aşağıya indim. O kışı hiç unutmayacağız. Bugün o balıkların beslendiği çatıda artık bir ev var ve bir aile yaşıyor. Amcamın çocuklarının bir akvaryumu bile yok ama oturdukları ev bir zamanlar balık çiftliğiydi.