Var olan değerlerini, kazanımlarını sergilemek, özlemlerine kavuşmak. Sevgilerini sevdiklerine açıklamak yaşamanın anlamıydı. Şimdiye kadar, kazandığı malı mülkü göstermek kolaydı. Bu yaşına kadar gelmiş, epey bir varlık edinmişti. Hacca giderek iman-ı kamil olma yolunda aşama kaydetmişti. Epey bir süredir yardıma muhtaç olanlara yardım ediyordu. Yaşam bitmeden özlemlerini, sevdiğini sevdiklerine söyleyememişti. Kötülükleri, zorlukları söylemek kolaydı ama çektiği azapları sinesine yerleştirmişti yıllardır. Sevip de almadığı kızın özlemini, burukluğunu gömmüştü aklının bir yerine. Baba olduğunu babasından ayrılınca anlamıştı. Aile geçimi için tavizler vermişti.  Çocuklarına eşit davranamamıştı. Çocuklarına bir can diyememişti. Onları sevdiğini ifade de edememişti. Resmi protokol yapılmış gibiydi çocukları ile olan ilişkileri. Sadece son beşiğe pozitif ayrım yapıyordu. Toplumsal kurallara göre ana babaya küçük oğul bakardı. Babanın üstünde nesi varsa küçük oğlunun olurdu.

“Bir gün herkes gibi bu fani dünyadan gideceğimi biliyorum” dedi büyük oğluna. “Belki babamın yaşadığı kadar da yaşayamam. Sahi babam kaç aşında öldü? Sen kayıt etmişsindir sanırım.” Büyük Oğlu Kerem fakülte bitirmişti. Babasına cevaben:

-Evet. 29 Aralık 1988 tarihinde vefat etti. Dedem doksan üç yaşında vefat etti.

Hamza güldü. Genellikle yaşama süresinin genetik olarak olduğuna inanıyordu. Daha zamanının olduğuna inandırdı kendini. Yine de ölümden korkmuyormuş gibi söylem açtı oğluna.

-Ne olacak ki çok yaşayan yüze kadar yaşıyor. Allah elden ayaktan kesilmeden kendi yatağımda kelime-i şahadet ettikten sonra emanetini alsın. Yurdumuzun kurtarıcısı, dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk elli yedi yaşında, peygamberimiz altmış üç yaşında vefat etmiş.

Babasının doksan üç yaşında vefat etmesi kendini yüreklendirmişti.

-Amcam ecelsiz öldü. Yokluğun çaresizliğin gözü kor olsun. Amcamın büyük oğlu henüz on altı yaşındaydı. Küçük oğlu Kerem daha ortaokul ikinci sınıftaydı. Karnım ağrıyor diye ilçeye doktora götürdük, doktor apandisi anlayamadı. Apandisti patladı, vefat etti. Paramız yoktu ki, vilayet hastanesine gidelim. Şükür bak şehirli olduk. Hastaneler gani.

Kerem:

-Babacığım, ölümden korkuyor? Sen hacı adamsın. Allaha sığınmaktan başka umar yok. Annem de şehre geldikten sonra kanser oldu. Sebebi doğal olmayan her şeyin yenilmesi. Ucuz türlü elbiselerin alınması. Çok severdi annem cicili biçili, allı pullu elbiseleri.

Ömür dediğin neydi ki: Başarısızlık, olgun çağa gelinceye kadar dünyayı değiştirme savaşı. Bunu yapamadım, şunu alamadığımdan başka ne? Çocuğum olsun istersin, o büyüdükçe sen yaşlanırsın. Kendini düşünmezsin. Hep ertelersin, aslında o anı yaşamak önemliyken. Daima bir şeyler sürükler insanı. Fanilik burada işte.

İnsanı en çok yakınları yoruyordu. Eşinin hayalleri ile kendi hayalleri, bakış açıları çoğunlukla örtüşmüyordu. Farklı yetişme tarzı, çevre etkileri, rol farklılıkları ayrışmayı getiriyordu. Ayrışıyorlardı zaten. Çocuklar olmazsa boşanmayı bile düşünüyorlardı. İnsanın yaradılışı mıydı acaba eşlerin birbirinden kopması, ayrılma, bıkma!…   Ne kadar zordu bir yastıkta kocamak, kırk yıl, elli yıl bir yabancı ile yaşamak zordu. İnternet kullanmak evliliğin düşmanıydı.

Dilerim elli, altmış yılları yaşarsınız evlilikte. Bıkmadan, usanmadan!