İlk dersine girecekti. Elini kapının koluna atmış öylece bekliyordu. Heyecanının, bir sürpriz yapmasından korkuyor, derin derin nefes alıp veriyordu. Yaşayacakları, önceden çekilmiş bir film gibi zihninde canlanıyordu. İçeri atacağı ilk adımda, hafif gürültülü ayağa kalkacak çocuklar, ilk cümlesi, onlarla tanışma anı, onların tek tek ayağa kalkıp isimlerini söylemesi, seyrettiği filmin önemli birkaç sahnesiydi. Son kez derin bir nefes aldı. Bütün vücudu titriyordu. Heyecanını bastırmaya çalıştıkça daha çok üşüdüğünü fark etti. Sol kolu buz gibi soğuktu. Kapının kolunu yavaşça aşağı indirip içeri girdi. Gördükleri karşısında bir an kalbi duracak gibi oldu. Bembeyaz önlükleriyle otuz kadar çocuk, gülümseyen yüzlerinde ışık saçan gözleriyle ona bakıyordu. Burası sınıf değildi. Cennetten bir bahçenin güzelliğini andırıyordu. Defalarca provasını yaptığı “Günaydın çocuklar” zihninden uçup gitmişti. Kapının önünde duruyor, hayran olduğu manzarayı seyrediyordu. Çocuklardan birinin yanına gelip, “Öğretmenim zil çalıyor. Çıkabilir miyiz?” demesiyle kendine geldi. Oysa ders daha başlamamıştı. Bu zil de neyin nesiydi? Üstelik, genç öğretmenin kulağının dibinde çalıyordu sanki.

Genç öğretmen gözlerini açtığında, her ihtimale karşı normal zamanından biraz daha erkene kurulmuş çalar saat, başucunda alabildiğine çalıyordu. Üzerine örttüğü yorgan yere düşmüştü. Sol kolu, en az dışarısı kadar soğuk olan duvara yapışmış ve uyuşmuştu. Yıllardır uykusunun en güzel yerini katletmeye kurulmuş çalar saati, bu kez de güzel bir düşün katili olmuştu.

Yatağından doğrulup ayağa kalktı. Gece bütün şiddetiyle yanan soba, sabah olmadan sönmüş, dışarıda pusu kuran soğuk bu boşluktan yararlanıp odayı ele geçirmişti. Perdeleri açmak için kolunu uzattığında, belinden gelen bir kaç çatırtıyı duydu. Bütün vücudu uyuşmuştu. İki kolunu yanlara doğru alabildiğine açıp gerildikten sonra perdeleri araladı. O uyurken, melekler dışarıya bembeyaz bir örtü yaymıştı. Neredeyse yarım metreyi bulan kar, belli ki bütün gece hiç kesmeden yağmıştı. Zaman kaybetmeden yola koyulmalıydı. Dolaptan en kalın elbiselerini çıkarırken, içinden “İnşallah yollar kapanmamıştır” diye dua ediyordu.  Zira epeyce uzaktaki okuluna gidemeyebilirdi. Kat kat giyinip, elinde kitaplarıyla dışarı çıktı. Dışarıya attığı ilk adımda anladı ki içerdeki soğuk, dışarıdakinin küçücük bir göstergesiydi.

Karda yürümek hayli zor olmasına rağmen, otobüsü beklemek için köy yoluna kadar yürüdü. Yolda hiç iz olmaması, dün geceden beri kimsenin geçmediğini anlatıyordu. Üzerine giydiği elbiseler cesaret olup vücudunu sarmıştı. Otobüs gelene kadar bekleyebileceğini düşündü.

Yarım saat geçmesine rağmen ne gelen, ne de giden vardı. Belli ki yollar kardan kapanmış, uzun süre açılmayacaktı. Kapanan yol, geride iki seçenek bırakmıştı. Genç Öğretmen, ya yollar açılana kadar bekleyip okula gitmeyecekti. Ya da yürüyerek gidip çocukları bekletmeyecekti. Gözünün önüne sabaha karşı gördüğü rüya geldi. Her saniyesini hatırladığı rüyayı yeniden yaşar gibi oldu. İçinde alevlenen aşk önünde dağ gibi duran karları eritmişti. Ne olursa olsun okula gitmeye karar verdi. (Alıntı)