Servis otobüsüyle iş bitimi eve dönüş her zaman işe gelişlerden daha neşeli olurdu. Herkes, biraz sonra evde olmanın ve dinlenmenin hayalini kurardı. Az öncesine kadar dev makinelerin başında sırtlarından ter akıta, akıta çalıştıklarını, yorgunluktan bitkin düşüp neredeyse düşüp bayılacaklarını ve de müdür yalakası şefin sürekli gözetimi altında olduklarını unutmuş gibilerdi. Ama yine de her birinin bitkinliği gözlerinden okunuyordu. Kimisi bu kısa yolculuğu bile fırsat bilip uyumaya, dinlenmeye çalışıyordu. Kırk İki kişilik otobüste her defasında birisi mutlaka ayakta kalırdı. Dökümhanede çalışan Süleyman şişman gövdesiyle her zaman oturduğunda iki koltuğu birden kaplıyordu. Otobüse en son binip ayakta kalan kişi istese de Süleyman’ın oturduğu koltuklara yerleşemezdi, çünkü yer kalmazdı onun şişman gövdesinden. Bu kez ayakta kalan Kocagür köylülerinden Mestan’dı. Tam giyinip çıkacakken çişi gelmişti. Tuvalete koşturayım derken geç kalmıştı. Söylenip durdu seslice. Fabrikada işe alınmasının nedeni, yıllardır bu fabrikada çalışan emekliliği dolduğu halde patron tarafından ısrarla işte tutulmaya devam eden ustabaşı Hasan’dı. Seyitle akrabalardı. Şimdilik çok aşırı davranışları ve yaklaşımları olmasa da yine de bundan hoşnut değildi patron. Konuştukları insan yaşamıyla, doğrudan hayatın kendisiyle ilgili doğru şeylerdi. Kimseyi kışkırtmak, örgütlemek gibi bir niyette değildi. İstediği, emeklerinden başka hiçbir şeyleri olmayan, okula gitme olanakları olmamış, hep eziklik duyarak yaşamış, bir türlü iki yakası bir araya gelmeyen bu insanlara, her şeye karşın umut vermek, yaşama daha güzel gözle bakmalarını sağlamaktı. Seyit, koca fabrikada işini yaparken, kimin yanına gitse, hangi bölüme gitse, hangi malın kontrolünü yapsa yüzünden gülümsemeyi asla eksiltmiyordu. Kusurlu malı üreten işçiye daha dikkatli olmasını söylerken bile gülümseyip sırtını sıvazlıyordu. Sohbet ederken de, merhabalaşırken de karşısındakine dokunmaya özen gösterirdi. Dokunmanın aradaki mesafeyi de resmiyeti de yabancı oluşu da ortadan kaldırdığına inanırdı. “Aslında hepimiz birbirimize benziyoruz Mestan. Süleyman da sen de ben de hepimizi birbirimize benziyoruz. Bu fabrika hepimizi birbirimize benzetti. İsimlerimiz ayrı olsa da, çok benziyoruz birbirimize. Kimimiz evli, kimimiz bekâr, kimimizin çocukları var, ayrı evlerde oturuyoruz, boylarımız farklı, göz renklerimiz farklı, saçlarımız farklı hatta huylarımız farklı… Ama evlerimiz de pişen yemek bile aynı neredeyse, kimilerimiz her gün kebap, tatlı yemiyor her halde? Hepimizin yediği kuru fasulye, pilav, makarnadır. Hepimiz akşamları köy kahvesine takılıyoruz, hepimiz ya iskambil oyunu oynuyor ya da at yarışlarına bir umut diye üç beş lira yatırıyoruz. Ama bu fabrika bizi hepimizi daha da aynılaştırıyor. Bak her sabah hepimiz aynı anda kalkıyoruz, aynı durakta, aynı hava koşullarında bekliyoruz. Aynı otobüste aynı koltuklarda yolculuk edip, aynı kapıdan fabrikaya girip aynı tip tulumlarımızı giyiyoruz. Aynı işleri yapıyoruz. Metal kesiyoruz, metal doğruyoruz, metal kaynatıyoruz, metal boyuyoruz, metal taşıyoruz, metal tozu, boya tozu, tiner kokusu çekiyoruz ciğerlerimize. Fabrikanın çıkardığı aynı yemekten yiyoruz. Aynı kaşığı aynı çatalı kullanıyoruz. Ve hemen hemen aynı karşılığı, aynı ücreti alıyoruz.” “Aynı şeyleri yaşayıp aynı şeyleri düşünüyoruz ama konuşmaya sıra geldi mi her birimiz dut yemiş bülbüle dönüyoruz. Konuşmuyoruz. Derdimizi paylaşmıyoruz. Taş gibi suskun duruyoruz. Birimize bir haksızlık yapılsa diğerlerimiz sus pus oluyoruz. Bu susmalarla bile fabrika bizi birbirimize benzetti. Susmalarda da aynıyız yani. Bak, geçen ay kazayla, görmeden, yemekhanenin kapısına zarar veren Darıca köyünden gelen o genç çocuğu işten attılar da, hiç birimiz bu yapılan haksızlıktır, yazık bu gence, ekmeği ile oynamayın, demedik. Dedik mi? Diyebildik mi? Bu kadar ter döküyoruz, bu kadar iş üretiyoruz, bu kadar yıpranıyoruz da, patron bayramda seyranda bizi toplayıp fedakâr işçilerim, aslan işçi kardeşlerim, ürettiğinizle gurur duyuyorum, daha da çok üretmenizi, daha da çok çalışmanızı diliyorum. Bu fabrika sadece benim değil hepimizindir, hepimizin ekmek parası buradan çıkıyor, ben de evime buradan ekmek götürüyorum sizler de, deyince de alkışlamak yetmiyor neredeyse adamı bir de omuzlarımıza alıp koca fabrikanın içerisinde tur attırmak istiyoruz. Bir tekimiz de çıkıp, fabrika hepimizin ama ücretlerimiz yeterli gelmiyor, her gün kahvaltıda çocuklarımız zeytin ekmek dışında bir şey yiyemiyor, evimize üç ayda bir et ya girer ye girmez, çocuklarımız parasızlıktan okula gidemiyor, demiyoruz. Sadece alkışlıyoruz patronun bu sırtımızı sıvazlayan sözlerini.”