İnsan yedisinde ne ise yetmişinde odur, derler ama Bekir, kırkına kadar onu hatırladığımız gibi kaldı: Uzun boylu, hızlı konuşan ve çekik gözlü. Kara kuru bir fizik, uzun ince kol ve bacaklar. İlerleyen yaşlarında da pek değişmemiş. Sosyal medya hesabındaki fotoğraflarına baktım, uzaklara bakan ince uzun adam hiç değişmemiş.

Yazılanları okudum, iyilik dolu bir kalp, kimseyi incitmeden, kimseye yük olmadan, yalandan dolandan uzak, kendi şahsına münhasır bir hayat aynı çocukluğunda olduğu gibi.

Çocukluk bavulunu karıştırırken, karate ve dövüş filmlerinin ana karakterini andıran çekik gözleri ile karşımızda duran, sakin yapılı ama seri bir şekilde konuşan çocuğun birkaç gün önce evinin balkonundan düşerek vefat ettiği haberi ile sarsıldık.

Daha kırk üç yaşında, öyle sıradan bir sabahta, sıradan ama hiç sıralı olmayan bir ölümle aramızdan ayrıldı.

Geride iki kızı, eşi, sevenlerini boynu bükük bırakarak. Babasız büyüyen Bekir, iki kızının da aynı kader ile büyüyeceğini bilebilir miydi?

Onu yaşatacak olan, en başta kızları, eşi, çocukluk arkadaşları, hayatına dokundukları o kadar. Dünyanın geri kalanı için varlığı/yokluğunun hiçbir anlam ifade etmediği bir yaşam. Çoğumuz gibi. Unutulacak, unutacağız.

Bekir’in apansız gidişi ile kalabalıklar, koğuşlar geldi aklıma. Akın akın çocuk deryası içindeki günler. Güneş altında çığlık çığlığa gülüşler, sonu gelmez koşturmalar, oyunlar, oyalanmalar…Koca bir ağaç ise yaşam, o ağacın yaprakları ise yaşamımıza girenler günü gelip dökülüp gidiyor birer birer sırası gelen yapraklar.

Her ölüm erkendir, klişesi bir yana bu gerçekten erken oldu. Çekik gözlü arkadaşım yattığın yerde rahat uyu, yıldızlar yoldaşın olsun.