Hani evli evinde, köylü köyünde mutluydu. Köyler küçük birer şehir kıvamına gelmemiş, köylünün büyük bir bölümü şehirlerin varoşlarında kaybolmamıştı. Daha “Fatmagül” suç işlememiş, kimse kimseyi bunca fişlememişti. Köyde olanın şehirde, şehirde olanların da köyde az bulunduğu yıllardı. Dışarıdan genellikle az oranda yağ, çay ya da şeker alınırdı. Geriye kalan ihtiyaçlar hane halkı tarafından bahçesinde, tarlasında ya da ahırında yetiştirilirdi. İnsanlar kapitalist düzenin piyonlarına dönüşmemişti. Akşamlar da, sabahlar da erken olurdu o yıllarda. Ailelerin çekirdek değil geniş aile olduğu yıllardı. Hane başına düşen fert sayısı oldukça kalabalıktı. Aynı evde onlarca insan yaşıyordu. Hani demiştim ya akşamlar da sabahlar da erken oluyordu diye. Daha güneş bile doğmadan evin kadını kalkar, sobasını yakar ve kahvaltı hazırlıklarına başlardı. Kahvaltı dediysem salamlar, sosisler, fındık kremaları yoktu daha. Yine hane halkının kendi ürettiği tereyağı (mal yağı), peynir, çökelek ve kendi ürettikleri buğdayın unu ile yapılan kömbeler olurdu sofralarda sıcak sıcak. Bu hazırlıklar görülürken evin diğer fertleri de zaten akşam erken yattıklarından yavaş yavaş kalkar lavabo olmadığından ibrik denilen su kabıyla ellerini yüzlerini yıkarlardı. Fabrika ve ekzoz dumanlarınca kirlenmemiş o güzelim temiz havayla doldururlardı ciğerlerini kuş cıvıltıları arasında. Aynı saatlerde yatılmış olmasının verdiği alışkanlıkla aynı saatlerde de kalkılırdı genellikle. Ve evin hanımının hazırladığı o doğal sofranın etrafına kimi bağdaş kurar, kimi diz çökerdi dinç bir şekilde. Zeytin çok az sofrada bulunurdu o yıllarda. Pek de rağbet görmezdi. Sıkça çökelekli böreklere rastlanırdı kahvaltı sofralarında. Çok katlı betonarme kutular gibi üst üste dizilmediğinden evler, doğayla daha iç içeydi. Genelde altı ahır olurdu hayvanlar için üstü ise ailelerin barınağı. Ve yine alt katın duvarları taştan, üst katın duvarları el yapımı kerpiçten olurdu. Şimdiki beton direklerin yerine genellikle ardıç ağacından direkler olurdu daha çok. “Hezan direği” denirdi bu direklere. Beton kirişler yerine “mağ” ya da “hezan” denilen ve çoğunlukla ardıç ağacından olanları tercih edilen uzun ve kalın ağaçlar olurdu. Ve bunlar birbirlerine “hezan mıkı” denilen uzun çivilerle tutturulurdu. Üzerlerine belli aralıklarla mertekler döşenip tahta pek bulunmadığından “çapkı” denilen el yapımı tahtalarla kapatılırdı üzeri. Tüm bu işlerde daha sağlam ve sağlıklı olduğundan ardıç ağacı tercih edilirdi. Sonra bunların üzerini kapatmak için samanla toprak karıştırılarak günlerce su verilip tepelenerek çamur yapılır ve çapkıların üzerine serilirdi. “Bişirik” denirdi bu işleme. Banyo mu? Yine aynı odanın içinde bulunabilirse betondan yapılmış ve duvar delinerek suyun akmasının sağlandığı “calık” denilen yapı olurdu bir köşede. Pencereler bu kadar çoğalmamış, bu kadar büyümemişti. Yapılan pencerelere de naylon çekilirdi hep. Zamanla camlar almaya başladı bunların yerini tabi. Rengarenk mobilyalar piyasada olmadığından evin içi yine el yapımı araçlarla donatılırdı. Duvarın dibi tahtalarla yaklaşık yarım metre yükseltilerek “yüklük” denilen yatakların konulduğu kısım oluşturulur yatakların üzerleri ise çeşitli örtülerle örtülürdü. Özel eşyaların konulduğu sandıklarda bulunurdu nadiren. Birde bazı evlerde duvar oyularak yapılmış raflar olurdu nadiren. Mutfak eşyalarına “kap” denirdi. Daha çok bakırdan yapılmış eşyalardı bunlar aliminyum, plastik daha kullanılmıyordu. Bakraç, kazan, satır, çitil, tas gibi isimleri vardı. Bunların konulacağı tahtadan raflar yapılırdı “kaplık” denilen. Bir taraftan kendi yiyeceklerini hazırlar, diğer taraftan hayvanlarının kışlık yiyeceklerini hazırlarlardı. Zaten birbiriyle bağlantılıydı bu işler. Tohumlu bitkilerin tohumları hane halkının yiyeceği olurken sapları saman yapılarak hayvanlar için depolanırdı samanlıklarda. Gübre, suni yem gibi şeyler bilinmezdi daha. Buğday, mısır gibi tohumlar değirmenlerde öğütülerek “zavara” denilen hayvan yemleri yapılırdı en katkısızından. Son sistem motorlu araçlarla yarılmamıştı toprağın bağrı. Tarla sürme işi yine hayvanların çektiği sabanlarla yapılırdı. Haftalarca sürerdi bu iş. Köyünün sadık yariydi kara toprak. Tabi bu çalışmaları uzun uzadıya anlatmak bu yazının boyunu aşacak. Başka bir yazının konusu bu işler. Kısası o yıllarda köylü köyünde mutluydu. Şehirlerin varoşlarında kaybolmamıştı daha. Köylü köyünde, şehirli şehrinde mutluydu…