Yaşamı roman olacak insanlar vardır. Bu kitabın kahramanları için de aynı şeyi söylemek mümkün. Mesele söz söylemek değil asıl mesele az söz ile yaşamı özetlemekte. Mehmet Salim de böyle yapmış, az sözle aynı koğuşta yattığı cezaevi arkadaşlarının yaşamlarını anlatmış.

Az ama derya kadar derin, dağlar kadar yüksek, toprak kadar çok…


Yazar Mehmet Salim tarafından yazılan dar bir mekânda bükülen, genişleyen, uzayan tutsakların çok kısa ülkeleridir anlatılanlar. Birkaç fırça darbesiyle birdenbire karşınızda volta atan, özleyen, üzülen, kırılan, tutunamayan canlı insan portrelerini buluyorsunuz. Öncesini ve sonrasını merak ettiğiniz kısa, çok kısa portreler…

Mehmet Salim politik nedenlerden dolayı 11 yıl 3 ay hapiste yattı.

Koğuşta gün Hamza’nın ayak sesleri ile başlardı.

Haşmet fotoğraf çekilirken en çok ellerini nereye koyacağını bilmezdi.

Ayrılık bir ukde olarak kaldı Emmi’nin yüreğinde.

Bülo, uykuda düşlerle değil karabasanlarla uyanırdı.

Mektuplarla harlanan aşk bir gün yine bir mektupla son buldu. Asıl hapishane ondan sonra başladı Savaş için.

Muzo, anlattıklarını zaman ve mekândan kurtarır, tanıdığı tanımadığı herkesi anılarına katardı.

İllegal yaşayan sevgilisinden mektup  beklerdi, Süleyman.

“Hapishanede torun sahibi olacaksın artık!” diye takıldıklarında Yüksel’in bildiği bütün kavram ve kategoriler anlamını yitirirdi.

Olur olmaz yerlerden sesler duyuyordu, Mehmet.

Hasan, çiçekler büyüttü, kitaplar okudu, bol bol mektuplar yazdı, klasik müzik dinledi, küfretti ama yine de tırnaklarını kemirmekten vazgeçmedi.

Haydar, anti dühring mi ağır geldi, ağır işkenceler mi yoksa genç yaşta onca ceza mı? Anlayamadık.

Beko, futbol oynamayı dört duvar arasında öğrendi.

Yusuf, yedisinde bıyıkları daha yeni terlemişti koğuşa getirdiklerinde.

Zariç, masasında sözlükler ve ansiklopediler hiç eksik olmadı.

Sık sık, “çıkınca denize gideceğim” derdi Cengiz.

Gardiyan Kerim tutsaklardan daha çok sıkılırdı.

Salih, idarenin verdiği üzüm hoşafının içine ekmek atar, birkaç gün bekletir şarap niyetine içerdi.

Boynuna geçirilecek yağlı ipten değil bir daha başını annesinin dizine koyup uykuya dalamayacağından korkardı Metin.

Hicabi Ulaş “annemin çığlığında yaşayacağım”

Bir ağrıydı Bıra’nın içinde hapishane.

Mezopotamyalıyım derdi Mürsel.

Aydın, üniversiteyi tahliye ile tutuklanma arasında bitirdi.

Seferi’nin fotoğraf albümünde büyük boşluklar vardı.

Bayram Durmuş, yaşanan birçok şeye şaşırmadı, 16’sında işkence görmesine tutuklanmasına onlarca gün açlık grevlerine katliamlara…

İlhan, içeri girdiğinde öğretmendi, mesleğine yedi yıl hapishanede devam etti.

Ahmet, ayakkabılarını çıkarır ceketini omuzuna atar şalvarını hafif yukarı çeker, sedire bağdaş kurar hapishanede değil bir köy odasındaymış gibi keyifli keyifli sigarasından çekerdi.

Adnan’ı  tanık olduğu kanlı ölü yüzler rahat bırakmıyordu.

Hayri tetikte bekliyormuş gibi televizyondaki bir habere, maltadan gelen bir sese anında eylemle karşılık verirdi.

Kemal’in ki daha çok sınırlara dillere duvarlara sığmayan taşan ve elini ayağını birbirine karıştıran bir yaşama telaşlıydı.

Ömer, wernicke korsakoff hastalığına yakalandığını söyledi.

Koğuşun merdaneliden otomatik çamaşır makinasına geçiş günüydü. Hüseyin sigarasından derin bir nefes çekti ve hay kurban olduğum nasıl da çalışıyor diyerek pala bıyıklarının arasında her yerinden köpük taşan makineye üfledi.

Duvarlar en çok Zengül ile katılıklarını yitirdiler.

Asım, öğretmendi bir şey anlatırken madde madde, tane tane herkesin anlayacağı şekilde açıklardı.

Doğan, kırıldığında, sevindiğinde, üzüldüğünde, özlediğinde gidip renklere sığınır, çiçeğe dururdu.

Yaşar, daha koğuş kapısından adımını atar atmaz ilk cümlesi “yanlışlıkla getirdiler beni”

Kemal’in içeride yeşermesine betonda engel olamadı.

Erkan, genç ve koğuşun baba yiğitlerindendi.

Zekeriya, aşırı Maocu’ydu.

Taksiciydi Celal.

Hapishanenin ağır havasını soyut kavramlarla dağıtmaya çalıştı, Hasan.

Burhan, koğuşun ihtiyar delikanlısıydı.

Çaktırmadan askerdeki gibi gün saydı, Tuncay.

İbrahim, içeride en çok açlık grevinden sonra şişen yanaklarına sevindi.

Toplantı sözünü duyunca Tahir’e hapishane daha da dar gelirdi.

Coşkun, darlıkta yer bulamadığı gençliğinin bütün heyecanlarını özlemlerini sevinçlerini üzümlerini içine attı.

Yardım yataklık cezası almasına rağmen bir idam mahkûmu havasına girerdi, Beyhan.

Hapishane, Haydar’ın uyuyan yeteneklerin uyandırdı bol bol portreler çizip saz çaldı.

Kenan, için hapishane beton ve demirden çok bir sesti.

Duvarlara sığmadı gibi tek bir dile de sığmadı, İbrahim

Cengiz, duvarların yüksek olduğunu görünce nerede hata yaptım diye düşünmeye başladı.

Hapishanede mizaha daha çok sarıldı, Zeki.

Beton sanki en çok Mustafa’nın bedenini etkilemişti.

Bir görev aldığında Kürşat, canlanır kendisinden beklenmeyen bir şekilde işe koyulurdu.

Bugün kahvede okey oynamasaydı belki de Ahmet’in yaşamı başka türlü yürüyecekti.

Koğuşun Zeki dayısıydı. Duvarlara sırrını vermek istemiyormuş gibi zorunlu olmadıkça konuşmaz, susardı.

Sait, aldığı on beş yıllık cezaya değil en çok lüle lüle saçlarının dökülmesine üzüldü.

Kilo almak için de vermek için de elinden geleni yapardı Güray.

Müebbet muhabbet isterdi. Erhan, kavramlarla imgelerle dille koyulaştırdı muhabbetini.

Aytekin sadece mekânın değil başka şeylerinde dar olduğunu öğrendiğinde kendini kitapların genişliğine bıraktı.

Yüreğindeki güzellikleri genellikle bilimsel açıklamalarla bastırırdı, Levent.

Haydar, her sabah tıraş olur, ütülü elbiselerini giyer, parfümünü sıkar, bir tutam saçını özenle tarar, süslenir hücresinden öyle çıkardı.

Bu katılıkta tuhaf alışkanlıklar edindi, Hakan.

Mehmet Çakar. Kısa keseceğim zaten ölülerde konuşmaz

“Solda büyük teorik boşluklar var” deyip dururdu, Hüseyin.

Ali, ufak bir espri yakaladığında akşama kadar çekiştirir, volta attırır, havalandırır, sündürür, kocaman bir gülüşe dönüştürürdü.

Artık doğduğu ilçeyi mi özledi yoksa olmayan sevgilisini mi düşündü bilinmez bir gün “yesir düştük” dedi ve ismi Yesir olarak kaldı.

Sunay’ın  jeoloji mühendisliği bilgileri de hapishane zeminini etüt etmeye yetmedi.

Kırılmış dökülmüş bir şeyler vardı Cemal’in gözlerinde.

Faruk, on yıllık cezasını çekmek için hapishaneye kendi isteği ile geldi.

Ergazi, mahalleden ekibi ile birlikte tutuklanmıştı.

İnatçıydı. Fena inatçı. Sağa dönsen duvar sola dönsen Sait Dayı.

Yılmaz, örgüt üyeliği cezasını en çok o hak etti.

Murat, aşkı bir tek kelimeye bağlıymış gibi sazın üzerine eğilip dertli dertli saz çalıyordu.

Hasan’ın her zaman kiri pası yerindeydi.

Armağan, durmadan bir yerlere çarpıyor döküyor kırıyordu.

Diyarbakır zindanı boğazında bir düğümdür Fevzi’nin.

Koğuşun döngüsü Hüseyin’in yatağı girmesiyle sona ererdi.