Bir eser düşünün. Bu bir kitap olabilir, bir film olabilir, bir resim, bir heykel, bir tiyatro, bir rölyef, bir bina, bir kostüm, vs, vs olabilir…

O eser size direkt ya da dolaylı dese ki: Kendinize bakın, hangi yönünüzden hoşlanmadığınızı görün ve bunu değiştirmeye çalışın!

Eğer hepimiz kendimizi daha iyiye doğru değiştireceksek bu insanlığın daha iyiye gitmesini sağlayacaktır. İşte sanatçı insanların böyle yapmaları için çoğu zaman eserlerini yapıp yaratmaktadırlar. Dar ya da geniş gelebilir bazen o eserler amma neticede en azından niyetin ne olduğu anlaşıldığında sanatçı amacına varmış olacaktır.

Birileri hemen diyeceklerdir ki: “ Yaratmak Allaha mahsustur.” Bizim bahsettiğimiz o yaratma değildir. Önce bu böyle biline.

Yıllar önce “ Girdap” adlı bir Amerikan Filmi seyretmiştim. Konu çok çok basitti. Bir lise öğrencisi bir imtihandan kötü bir not alıyordu. Oysa o yaptığından emin itiraz ediyordu. Öğretmeninden yazılı kağıdını bir kez daha okumasını istiyor ve öğretmeni onun notunun aynı olduğunu iddia ediyordu. Bir aksiyon filmi! Sonrası hiyerarşi silsilesini takip ederek kız ta bakana kadar itirazını yapıyordu ve sonuç değişmeyince: “Anarşizm” denilen, bilimin bir hak arama yöntemi olduğunu kabul ettiği yöntemle isyan ederek sıra dışı eylemler yapıyor ortalık epey bir karıştıktan sonra kızın haklılığı ortaya çıkıyordu.

Ben tek bir kişinin bile tarihi akışın yönünü değiştirebileceğine inananlardanım.  Sanatçılar bazen öyle bir yoğunlaşırlar ki tüm dünyanın gözlerinin önündeki görünüp duran ama bir türlü diğer insanlarca görünmeyen şeyi görüp tüm diğer insanlara da gösterirler.

Sıradan olmak kolaydır ama basit olmak, basit olan şeyleri yakalayıp diğer insanlara göstermek zordur. İşte orada bir sanatçı gözü gerekmektedir.

Bu doğrultuda hepimizin hemen hemen her yerde bütün dünyada kullanılan Tükenmez kalemin bir akıllı tarafından nasıl bir gözlem sonucu bulup insanlık hizmetine verdiğini okuduğumda hem çok şaşırmış, hem de bakmak ile görmek arasındaki farkı anlayıvermiştim.

Mucidimiz yolda yürürken misket oynayan çocukları görür ve onları seyreder biraz. Çocukların oyun alanının yanında bir su birikintisi vardır. Misketleri sık sık o su birikintisine kaçıp durmakta ve oradan alınıp hedefe doğru atılan misketler ardında bir su izi, bir çamur iz bırakmaktadır. Adam “Buldum.” deyip, oradan uzaklaşır. Gerçekten de bulmuştur. Çok basittir. Bir borunun içinde küçücük bir misket hareket ettirildikçe döner durur. Üzerindeki borudan gelen birazcık koyulaştırılmış mürekkepten iz bırakarak ilerler. Tükenmez kalem bulunmuş ve tüm insanlığın hizmetine sunulmuştur. Bunu siz Elektrik olayıyla, Bizim Köroğlumuzun söylediği “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” sözüyle ya da Uçakla, ne bileyim ben, uzaya gidip gelen araçlarla falan renklendirebilirsiniz.

Güzel bir eseri, onun neden o kadar güzel olduğunu anlamak için, kesip biçerek, parçalara ayırarak, keşfedemezsiniz. Demem o ki O eserlere onların ruhlarını onu ilk defa görebilenler vermişlerdir.  Bu anlamda Yazıların bile kendilerine has, birer ruhları vardır.

Ülkemizde hemen hepimizin bildiği bir şiir vardır. “ Bütün renkler hızla kirleniyorlardı. Birinciliği Beyaza verdiler.”  Yani bu sözlerin benzerini kim bilir kaç kez tekrar tekrar söylemişlerdir insanlarımız da Ancak şiiri Şairi bu şekliyle söyleyince artık o bir sanat eseri oluvermiştir.

İnsanlar hayalleri paramparça olduğunda karşılarına çıkan ilk sağlam duvara veya ağaca tutunmak isterler. Bu aslında hayallerinizden verdiğiniz bir ödünden başka bir şey değildir. Vazgeçmişsinizdir. Oysa başarı ayrıntılarda gizlidir ve başarmak kolay değildir. Şimdi ya her şeyden vaz geçeceksinizdir, ya da sil baştan bu sefer çok daha dikkatlice yeniden, yeniden uğraşacaksınızdır. Taa ki başarıncaya kadar. Bilim insanlarından “Gen denilen” atom çekirdeği benzeri insan, hayvan ve bitki türlerinin temel taşının bulan Mendel Öylesine çalışmıştır ki aynı deneyi Otuz bin defa tekrar tekrar araştırmış ve” Mendel Kanunları denilen” bilgiler yumağına ulaşmıştır. Yine Ha keza Edison denilen bilim insanının Elektiriği ve ampül’ü bulmak için Kırk bin kez deney yaptığını bilelim yeter. Jak Landın’ın “Marten Eden” adlı roman tam da bu olayı yaşatmaktadır edebiyat açısından insanlığa.

Ruh göremeyeceğiniz fakat hissedebileceğiniz bir şeydir. Tüm canlılarda olduğu gibi sanatta da sanatın kendi iç dünyasında var olan ruhunu denklem dışı bırakırsanız o da ölür.

Değişimden bahsetmek ya da onu gerçekleştirmek iyi bir şey ama değişimin kendisi olmak kolay değildir. Çünkü değişim anındaki zaman içinde daima karanlıkta, bilinmezlikte yürünmektedir.

Hiçbir sanatçı kendisine inanmadan, kendisine güvenmeden bir eseri yaratmak için yola çıkmaz. Erken yaşlarda “Sanat Böceği” tarafından ısırılmış ve bağışıklık kazanmış kişiler isteseler de sanattan kopamazlar. Öyleyse yaşasın sanat.

Bir dönem Devlet Tiyatrolarında Genel Müdürüm olan Rahmi Dilligil den bir dörtlük.

“Yanıldım ve yoruldum Vuslatların izinde

Beyhude kederlerde sözüm kalacak

Bu dünyadan gidilir gidilmesine de

Günlerin yakasında elim kalacak.”