Bir Eylül sabahında, kalbimi bir kuşun kanadına asıp düşlerine uçurmak isterdim…

Kaç Eylül oldu görüşmeyeli sayamadım? Seni martıların şehrinde bıraktığımdan beri kaç Eylül oldu? Beni yarasaların şehrinde bıraktığından beri kaç Eylül?

Bu yaşadığım kaçıncı ömür? Hangi baharımdaydın sen, hangi çiçeğimin taç yaprağıydın? Gözlerinin bebeğinde bulduğum benliğimi hangi Eylül’ün denizinde boğdum?

Bir Eylül sabahıydı… Henüz şehrin sokakları pusluydu. Kaldırımlarda ayaklarımızın izleri vardı. Yan yana, bulvarı boydan boya arşınlarken bana şah damarımdan daha yakındın. Ellerimizin ayasında geleceğimizi birleştirmiştik.

Seni bu şehrin Eylül’ünde yitirdim. Bütün yitiklerim gibi bir daha bulunamadın. Bir küçük not iliştirmeden aynanın sırrına, bir iz bırakmadan yastığımın sırtına çekip gittin…

Bir Eylül sabahıydı… Şehrin sokakları yağmurluydu. Kaldırımlardan ayak izlerimizin silindiğini biliyordum. Yapayalnız, bulvarı boydan boya arşınlarken semadaki en uzak yıldızdan uzaktın bana. Ellerim çıplak ve üşümüştü.

Sen şimdi… Hangi otobüs durağındasın? Hangi tren garındasın? Hangi terminalin peronundasın? Hangi limanda demir atacaksın? Hangi havaalanına ineceksin? Hangi dağın patikasındasın? Hangi Eylüldesin?

Bir Eylül sabahıydı… Şehrin sokaklarına acı bir karanlık indi. Kaldırım taşları ayaklarıma dolandı. Yokluğunda, bulvar boyu kendi kendine konuşan bir deliyi seyrediyor insanlar. Ellerim uyuşmuş, parmak uçlarımdan kan sızıyor.

Eylül yaşadığın şehir. Eylül çiğnediğin kaldırım. Eylül yağdığın yağmur. Eylül senin adın. Eylül senin hayatın. Eylül başlangıcın. Eylül sonun…

Kelimelerle sınırlıyım. Düşünce nehrim kurudu. Tutuğum, tutukluyum… Bildiğim tek kelime Eylül. EYLÜL, EYLÜL, EY…

Ey benim ışıltılı yüzüm! Ey benim gülen gözüm! Ey benim şen kahkaham! Ey benim tutan elim! Ey benim yaşayan tenim! Ey benim Eylül’üm…

Sen olmadan ben bir hiçim.

Bu kaçıncı Eylül sabahı? Kaçıncı kırılışı yüreğimin camlarının? Kaçıncı tutuluşu dilimin? Kaçıncı kırılışı belimin? Kaçıncı sökülüşü yüreğimin? Kaçıncı kopuşu yaşam telimin?

Eylül’den başka ay yok ruh takvimimde… Beni Eylül sabahlarına hapsettin. Kör zindanımın anahtarlarını hangi ayda bıraktın.

Kafamı Eylül ile bozdum. Ruhum Eylül nevrozunda. Ruh ve akıl sağlığı literatüründe ilk ve tek Eylül hastasıyım. Hiçbir doktor hastalığımı teşhis edemeyecek. Tek kurtuluşum olacak olan Eylül ilacı hiçbir eczanede bulunmayacak.

Beni kimse anlayamayacak. Çünkü dünyada benden başka Eylül’ce konuşan yok. Olmayacak da. Bu lisanı bir defaya mahsus ben kullanacağım ve benimle birlikte son bulacak.

Bir Eylül sabahında öleceğim. Şehrin sokaklarında cansız bedenimi bulacaklar. Başıma birikecekler. Daha önce Eylül ölüsü görmediklerinden garip cesedimi bir şeye benzetemeyecekler. Neden öldüğümün belirlenmesi için savcı otopsi isteyecek. Adli tıp morgunda otopsi yapacaklar. Neşter ile kılcal damarlarıma kadar bakacaklar. Boşuna çabalayacaklar. Eylül’den öldüğüm bilinmeyecek. Meçhul bir ölüm diye yazacaklar.

Dünyanın hiçbir köşesinde Eylül mezarlığı olmadığından kabrimi koyacak yer bulamayacaklar. Eylül yağmurları ile yıkadıkları bedenimi bir dağ başına gömecekler. Ben olacağım dünyanın tek Eylül mezarlığında, tek başına sonsuza kadar yatan.

Bir Eylül sabahında sizin şehrinizin bulvarında el ele dolaşan aşk denilen hastalığa yeni tutulmuş bir çifte yüreğin üzerine Eylül yağmuru olarak yağacağım. Eylül gibi bakan gözleri çimen kızın yanaklarından Eylül damlası olarak akacağım.

Ve her Eylül sabahında ben yeniden doğacağım…