Vidin muharebesinde binbaşı iken yaralanıp askerlikten ayrılan ve mutasarrıflık yapan Mehmet Cemâl Bey’le Sabire Hanım’ın oğludur. İstanbul Bayezid’de, Yahni Kapan sokağındaki evlerinde dünyaya geldi. İlk öğrenimini, İstanbul Nümune-i Terakki Mektebi’nde tamamladı. İstanbul’un büyük bir kısmını yıkan büyük depremden sonra, âilesi Boğaz’da, Yeniköy civarında bir yalıya taşındı. Burada babasıyla beraber gittiği yalı toplantılarında, daha çocuk yaşta iken, edebiyat sohbetlerinin kapısı açılmıştır. Bilhassa Emirgân’daki Şerif Paşa yalısında, yaşlı başlı şahsiyetler, onun Arapça ve Farsçaya merakını arttırdı. Hatıralarında, güzel sanatlara, tasavvufa meraklı olan babasının tesiriyle küçük yaşta dinî ve tasavvufî kültürden zevk aldığını söyler. Ayrıca uzun müddet Kur’ân’ı hıfza da çalıştı. Babasının mesleği dolayısıyla tahsiline taşra vilâyetlerinde devam eden Fâzıl Ahmet, rüştiyeyi Gümüşhane’de, idâdiyi Musul’da bitirdi. Musul’da, hususî olarak Arapça ve Farsçasını ilerletmek imkânı buldu. Burada âlim ve mutasavvıf bir zât olan Şeyh Mahvî Efendi’den Fars edebiyatı okudu. İstanbul’a dönünce de Fransızcasını ilerletmek için Fransız Lisesi’ne devam etti. İbnülemin Mahmut Kemâl’e verdiği biyografisinde, ayrıca İngilizce ve Almanca ile de uğraştığını yazar. Daha sonra Sanâyi-i Nefise mektebinin mimârî şubesine devam eden Fazıl Ahmet, Paris Siyasî ve Hukukî İlimler Yüksek Okulu’nun mektupla öğretim kurslarını takib ederek tamamladı. Fazıl Ahmet Aykaç, çevresinde zeki, bilgili, zarif, nüktedan bir meclis ve sohbet adamı olarak kendisini sevdirmiştir. 1908’den sonra birden gelişen siyâsî tenkid ve hiciv edebiyatı içinde Halil Nihad (Boztepe) gibi o da zarif ve nezih bir hicvin temsilcisi olmuştur. Kendisi hakkında ”hangi şairi veya şiiri yirmi sayfa okuyacak olsam derhal mekanizmasını kavrar ve onun gibi yazabilirim” diyen Fazıl Ahmet, gerçekten de birbirinden çok farklı şairlerin tekniğini kullanmış, taklit etmiş, nazire yazmış, fakat şiir sanatında bir yaratıcılık göstermek yerine tehzil ve hiciv vâdisinde bir yol tutturmayı tercih etmiştir. Gerek nazım, gerekse nesir hâlindeki hicivleri için Rıza Tevfik “herkesin ciddi, hattâ tehlikeli saydığı bir çok hâdisenin, aslında tuhaflıklardan ibaret olduğunu bize iki kelime ile anlatan o oldu” demiştir. Gerçekten Fazıl Ahmet’in hicvindeki mizah mekanizması, ciddiyeti, gülünç hâle getirmektir. Fakat onun, mizaha başladıktan sonra unutulmuş bir tarafı da, felsefeden estetiğe kadar çeşitli konularda, fakat hiçbir zaman vulgarize olmaya kaçmadan yazdığı makalelerdir. Bunlar, belki de kendi tarafından tertib edilen kitaplarına alınmadığı için unutulmuştur. ”Diyorlar ki” de Ruşen Eşref, daha 1914’lerde onun evindeki kütüphanesini anlatırken çok değişik alanlarda hayret uyandıracak bir kitap okuma alışkanlığından bahseder. Meclisteki arkadaşları da, meclis müzakereleri sırasında bile onun Türkçe veya Fransızca bir kitaba daldığını söylemişlerdir. Rıza Tevfik, Fazıl Ahmet için, kendisi gibi politipik bir insan (çok değişik alanlarda kültür sahibi) tabirini kullanır. Hicivlerini topladığı ilk kitabının adı Divançe-i Fâzıl der Vasf-ı Efâzıl (Faziletlilerin Vasıfları Hakkında Fazıl’ın Divançesi) adını taşır. Önsöz makamında yazdığı kısa cümleler arasında, “eski şairlerimizin hayâl ve ifadelerinden alınma ve humoristique bir eser” ortaya koymak istediğini söyler. Kelimenin Fransızcada hicivden çok lâtife mânasına geldiği düşünülürse, Fazıl Ahmet’in bu konudaki dikkatli tutumu daha iyi değerlendirilir. (Bazıları onun bir de Teşâür-i Nefiyâne adlı diğer bir hiciv kitabından bahsederlerse de bu aynı kitabın iç kapaktaki adıdır).