Dudak uçuklatacak kadar masum bir gencin hikayesiydi bu. Küçücük bir nefret kıvılcımının canlar yakan bir intikam ateşine dönüşeceğini bilmiyordu yolun başındayken. Ama o, attığı her adımda ruhunu biraz daha kaybetti. Ve tek sebebi sorumsuz bir aileden ibaretti, yıkılmış hayallerin enkazında kalmış bu bedenin. Gece zifiri karanlıktı. Hafiften esen bir sonbahar meltemi gökyüzündeki yıldızları örten koyu bulutlara eşlik ederken, sessiz kaldırımlarda yankılanıyordu adım sesleri. Sokak lambalarının loş ışıkları bile geceyi aydınlatamazken, köşeye sinmiş koyu gölgeler tek dostuydu intikam ateşiyle cayır cayır yanan genç adamın. Koyu yeşil gözlerindeki cehennem birkaç yıl öncesinde kaybettiği ruhunun bedeli, ailesine duyduğu öfkenin nefrete bulanmış kor ateşiydi. Koşuyordu genç adam, geçmişini geride bırakmak istercesine. Yalanları, yanlışları, hayalleri, umutları… Hepsini bir celsede silip atmak ve elinde kalan tek şeye, nefrete tutunmak istiyordu. En büyük yıkımı ailesi yaşatmışken ona, onlardan nefret etmemesi nasıl mümkün olabilirdi ki? Çalıştı çabaladı küçük, yeri geldi tam takılıp düşecekken son anda toparladı kendini ama yılmadı, nefretinden ve azminden bir gram olsun vazgeçmeyerek sırf intikam için devam etti hayatına. Ve yıllar sonra yolun sonuna geldiğinde elinde bir tıp diploması vardı artık onun. Güzel, başarılı bir genç adam olmuş, adını da çoktan birçok kişiye duyurmuştu. Öz babası yerine koyduğu yaşlı adamı yolun yarısında ölüme teslim etse de o durmadı. Başarılıydı ve iyi bir hayatı en gerçekçi yönünden kazanmıştı. Yeşil gözleri doğrudan genç adamın gözlerinin içine bakarken, aklından sayısız düşünce geçiyordu kadının ve sonunda ‘’Oğlum?’’ diye mırıldandı. Gözleri dolu dolu olmuştu kadının, dokunsalar ağlayacakmış gibi bir ifadeyle duruyordu oğlunun karşısında. Adam eşinin sözleriyle önce kaşlarını çattı ama malum gerçeğin farkına o da vardığında gözleri çoktan fal taşı gibi açılmıştı bile.Genç adam bir bıçak çıkardı sonra cebinden ve kimseye söz hakkı vermeden dayadı boğazına bıçağı. Hiç kimsenin değil de kendi canına kıyacaktı genç adam, kendi hayatına kendisi son verecekti. Çok acı çekmişti ama hızlı yaşamıştı hayatını. Artık bir son vermeliydi mahvolmuş dününe, bugününe ve yarınına, bir anlam koymalıydı ölümüne ve koyacağı bu anlam hiç şüphesiz intikam olacaktı. Dehşete düşmüş bir ifadeyle bakan annesine ve korku dolu gözlerle onu izleyen babasına, bu iki insana baktı son kez. İçindeki nefretin sahipleriydi onlar ve bu nefret onların vicdanı olacaktı bu geceden sonra. Gözlerini bir an olsun bile kırpmadan doğrudan babasının gözlerinin içine bakarak, hiç tereddütsüz kesti boğazını. Annesinin acı dolu feryadı yıkarken geceyi, babasının gözlerinde yaşlar birikmiş ve sel olup akmıştı artık. Genç adamın kanlar içindeki bedeni yere yığılırken geride bıraktığı ailesi çoktan başına toplanmış, feryada vermişlerdi gecenin ıssız sokaklarını. Ama iş işten geçmişti artık, merak etmedikleri, bir kez olsun arayıp sormadıkları oğulları bu gece burada, çocukluğunu geçirdiği bu evin hemen önünde kıymıştı kendi canına ve intikamını almayı başarmıştı genç adam, çünkü tam da planladığı gibi nefreti ailesinin vicdanı olmuştu o vakitten sonra. Hayatlarının sonuna kadar bu an gözlerinde canlanacak ve her gün yarım kalmış cümlelere ağlayacaklardı. Herkes hayattan zevk almak istiyordu da var olmanın getirdiği sorumlulukların farkında değildi kimse. Kusursuzluğun ince çizgisi sorumlulukla çizilirken, bu değere sahip çıkabilmekti asıl önemli olan. Çünkü sorumluluklar aslında hayatın yapıtaşlarını oluşturan, yıkıcı olmanın aksine onu ayakta tutabilecek potansiyele sahip parçalardı. Bazen küçük bir ayrıntıyı temsil ediyorlardı, bazen de bir insan evladının yaşama veda etmesini sağlayacak kadar büyük bir fırtınayı. Oysa çoğu insan ayrıntıları önemsiz görürlerdi ve sorumluluk onlar için önemsiz bir ayrıntıdan ibaretti sadece. Sırf bu yüzden hep sorumluluk almaktan kaçarlardı. Halbuki önemli olan şeyleri önemli kılan bizler değil miydik zaten? Neden insanların canlarına kadar uzanan bu sorumluluğu önemli kılmıyorduk ki? O önemsiz dediğimiz çoğu sorumluluklar, kocaman bir çığa dönüşüyordu önce. Geçtiği yerleri yıkıyor ve harap ediyordu. Umutsuzluğun kapısını çalarken, parçalanmış hayallerin karanlığında kalan küçük bedenlere ev sahipliği yapıyordu oluşan o harabeler ve ardı arkası gelmeyen çığlarla bir daha ayağa kalkacak güç bulamıyordu kimse. Ve sonuç, ölümdü.