Yüz ömürlük bir yaşam bil yetmez sanatçıları gerçekten kavramaya.

Muzaffer İlhan Erdost’un “ Havada Kalan Güvercin” adlı küçücük bir şiir kitabı vardır. Kitabının ilk şiiri bir başlık ve tek bir dizeden oluşmuştur. İşte:

AKŞAM ŞİİRİ

Söğüt eğme dallarını

Hadi bakalım, yorumlayın bu şiiri. Çekin uzatın uzatabildiğiniz kadar. Anlatın ömür boyu günlerce. Acaba yakalana bilinecek mi şairin o an ki kafasındaki düşünce? Düşünün kardeşiniz gözlerinizin önünde darbe yapan askerlerce dövüle dövüle öldürülmüş. Siz olsanız nasıl direnirdiniz? Muzaffer İlhan Erdost Kardeşi İlhan Erdost’un ölümünden hemen sonra yazmış olmalı bu dizeyi.

Buna Karşılık Tarık Buğra hemşerim bir vasiyet name yazmıştır sevenlerine ki ha keza o şiiri:

VASİYETİMDİR

Cepli isterim kefenimi

Götürmek için

Bu dünyada işe yaramayan

Sevgilerimi

Hoşgörümü

İyi niyetlerimi

Alın bu şiiri yorumlayın, ya da. Nasıl haksız mıyım?

Birkaç saniyelik bir rüyayı bazen nasıl günlerce anlata anlata bitiremezse insan. Sanat ta biraz öyledir, işte. Şimdi bakmam gerekiyor kendi şiirlerime bile yeniden. O kadar boşa kürek çekmişim ki!

Bir söyleşisinde şöyle diyordu usta:

“ Benim amacım, İnsanın büyüklüğünü, yapıcılığını, sanatsal yaratıcılığını anlayıp anlatmak, insanı şöyle dimdik duracak, başını dik tutacak hale getirebilme çabasıdır.”

İsterseniz bu çabayı birleştirelim Muzeffer İlhan Erdost’un şiiriyle.

“ Söğüt Eğme dallarını”

O ne anlatıyor bu kısacık şiiriyle? Sanat biraz böyle bir şey işte!

Her ikisini de tanıma şerefine ulaştığım bu güzel insanlar dünya ya bambaşka pencerelerden bakmalarına karşın bakın aynı noktada nasıl da birleşiveriyorlar… İşte sanat böyle bir şeydir!

Rahmetli Tarık Buğra sanatı ve sanatçıyı anlatırken neler söylemişti:

“ Sanat askerlik dahil, bütün mesleklerden çok daha disiplin ister. Bunu kavramak için istisnaları bir kenara bırakıp Alkol’ün, Uyuşturucuların, sapkınlıkların mahvettiği yığınla yeteneği de unutmadan, Yunusları, Pir sultanları, Goetheleri, Tolstoyları, kısacası Sanattaki altın galeriyi dolduranları tekrar tekrar düşünmeliyiz. Kaldı ki ötekilerin arasında asıl verimli olanlar zamanlarının pek çoğunu yalnız geçiren çalışırken bütün ilişkilerinden kopanlar olduğunu görürüz

En kesin gerekçelerden birdir. Sanat yeteneğini içki gevezelikleri değil ancak disiplinli bir çalışma besleyip geliştirir. Sanatta tek çıkış noktası insandır. İnsanın özgürlüğü, mutluluğu, hayattaki problemleri, onun toplumla ve diğer insanlarla, doğayla çelişkileri ve uyumları, çatışmalarıdır anlatılması gereken.

Muzaffer İlhan Erdost ise:

“ Köprüden uçan güvercin

Şimdi

Nereye konacaksın”  dizeleriyle insan ötesine taşımaktadır kaygılarını. Çünkü o insanların gaddarlığına, acımasızlığına, zalimliğine, azrailliğine tanık olmuştur. Kardeşinin ardından yazdığı şiir de:

ÖLDÜRDÜLER ONU

Öldü kardeşim

Işıyan bir gün gibiydi yığıldı yere

Artık görmek istemem sabahı

Duru göklerde parıldayan

Akışan bulutlar arasında soluyan

Güneşin ışıltısını da

Öldü kardeşim

Öldürdüler onu döverek

Bağırmadı bir kez olsun

Ölüm mü içiyordu sesi

Uyku mu çağırıyordu sesi

Onun için görmek istemem

Ölümleri içen sessizliği

Uykunun çağırdığı sesi de .” demektedir.

Bu iki ölümsüz sanatçının yorumlanmaları yüz yıllar sonra da sürüp gidecektir. Çünkü onlar İdeolojileri farklı da olsa ikisi de aydındır. Yine tanıma mutluluğun eriştiğim Rahmetli bir şair dostum Türk şiirinde yeni bir akım yarattığını iddia ediyordu. Ona koca Türk Edebiyatının Birinci yeni ve İkinci yani akımları adını Muzaffer İlhan Erdost’un verdiğini anlatamamıştım bir türlü. Yoksa hiç de şiirlerini yazan şair ve ozanlar bu akım adlarını kendileri koymamışlardı. Muzaffer İlhan Erdost yayınevi sahibi olması nedeniyle o kadar şiirin içindeydi ki kimlerin yeni bir tarz da şiirler yazdığını guruplaştırıyor, güzelce ayırıp adlandırıyordu. Daha başında ben falanca akım tarzında şiir yazıyorum demek bir anlamda yaz denileni yazmak olacaktır. Yani en baştan kul olmayı kabul etmektir. Bağlıdır. Bu ise sanatın getirdiği özgürlüğü yok eder. Sanat tekliğin değil çokluğun, çeşitliliğin yanındadır. Tekler arasındaki ilişkilerde daha ileri giderek  bilgili olmayı değil bilgileri yorumlamayı ona yepyeni bir şekil ve boyut vermeyi amaç edinir. Daha baştan ben şu, şu, şu kalıplarla şiir yazacağım, Şu rengin şu, şu, şu tonlarıyla resim yapacağım derseniz kendinize sınırlar koymuşsunuz demektir.

Kurulu düzeni savunan  iktidar sahipleri de insanlara bir yere kadar düşünme izini verirler. Düşünce kendilerine zarar vermeğe başladığı anda o yeni düşünceye düşman kesilirler.

Unutmamak gerekir ki Ortaçağ karanlığından gelen aydınlanma döneminde düşünebilme bir erdem sayılmıştır. Fakat gene de en büyük çatışmalar yeni düşüncelerle, yeni düşüncelere karşı olanlar arasında çıkmıştır.

Etrafınıza bir bakın yeter.

Mehmet SEVİŞ