Kadına şiddet olayları gündemden düşmüyor. Düşeceği de yok. Parlamenterinden ev hanımına, müdüründen çaycısına, üniversite mezunundan okuma yazma bilmeyenine, şehirlisinden köylüsüne, uydu kentinden varoşlarına geniş bir yelpazede kadınlar şiddete maruz kalıyor. Allah var, kadına şiddet söz konusu olunca erkek tarafından ayrımcılık yapılmıyor!

Erkek şiddetini durdurmak için elden gelen çaba yeterli değil. Bir avuç kadının yer aldığı parlamento kadına yönelik şiddeti önleme yolunda yasa çalışmaları yapıyor.

Sonuç  yasa yapıcının kendisi şiddet mağduru: İlginç bir paradoks.

Ortada paradokstan ziyade hastalıklı bir sevgi durumu var. Erkekleri dünyaya getiren ve onları yetiştiren kadındır. Bir erkeğe sevmeyi ve sevilmeyi öğreten kadın ileride hem cinsleri için silah olabilecek yanlışı daha baştan neden engelleyemiyor?

Anneler, erkek çocuklarına sevmeyi yanlış öğretiyor: “Ya benimsin ya toprağın” formülünde eşitsizlik çok barizken, kadın yararına bir çıkarım bulmaya çalışmakta matematiksel olarak ifadesiz kalıyor.

Eşinden ayrılmak, boşanmak bir kadın için hak değildir. Erkek, kadına hayatına dahil olma hakkını tanıyor ama hayatından çıkma vizesi vermiyor. Yok öyle, ben senden ayrılmak istiyorum demek. Kendi hayatımı yaşamak istiyorum, demek yok.

E ne olacak!

Ya benimsin ya toprağın! Başka seçenek verilmiyor. Kadın için kendisine ait bir hayatının olmadığının vurgusudur.

Kadınlar toplanıp hep bir ağızdan erkeğe, “sen kim oluyorsun da benim yaşama hakkımı elinde tutuyorsun” diye bağırmadıkça ve bu gaspı erkeğin elinden almadıkça, alternatif yaşam çıkışları olmayacak.

Kadın, erkek hamurunu yoğururken ve şekillendirirken daha bilinçli olmayı öğrenemedikçe filmin sonu aynı hüsran olacaktır.

Erkeğin repliği de değişmeyecek: Ya benimsin ya toprağın!