12 Eylül yazısını şimdi yazmam belki tuhaf gelebilir. Bu yazının 12 veya 13 Eylül’de yazılması gerekirdi, oysa ben şimdi yazdım.

Yazdım, yazmak istemediğimden geç yazdım…

O günleri anımsamak istemediğimden, yazdım taa ki bu güne kadar.  O günler herkes için kabus dolu günlerdi. Tıpkı bu günler ki gibiydi.

Siz bakmayın bu günlerde herkesin 1980’li yılların cuntacılarına karşı olduklarını, o günlerde birçok yazılı ve görsel basın cuntacı şakşakçısı yalakasıydı. Basında birçok köşe yazarı cuntacıları alkışlayan pisliklerdi. Bir çok hakim ve savcının eli kanlıydı. 16 yaşındaki bir çocuğu asacak kadar cesurlardı…

Bir yaz sabahıydı. O yıllarda Kale Demre’de yaşıyordum. Hürriyet Gazetesi’nin ilçe muhabiriydim. Hastaydım. İlçede 2 doktor vardı ama teşhis koyamadıklarından Antalya’ya geliyorduk. Antalya girişi limanda askerler otobüsümüzü durdurdu. Önce bagajlar açıldı, tek tek kontrol edildi, sonra otobüsteki yolcular için 2 asker ön girişe, 2 asker çıkışa doğru kapılar tutuldu. Bir çavuş da yolculara hitaben,

Turist garip garip askerin yüzüne bakıyordu. Kafa kağıdı neydi belki ilk kez duyuyordu. Çavuş tekrar gürledi…

Ben müdahale ederek onların turist olduklarını, turistlerin kimliklerinin de pasaport olduğunu söyledim. Elindeki tüfeğin dipçiğini göğsüme hızla vurarak, müdahale etmememi söyledi. Bu kez dipçikle turiste vurarak yine kafa kağıdı diye haykırdı…

Bana dönerek uzattığım kimliğimi aldı. Baktı, baktı ve hızla aşağı inerek aşağıdaki başçavuş ile konuşarak kimliğimi gösterdi. Sonra aynı hızla yanında bir askerle ellerimi havaya kaldırıp araçtan inmemi istediler İndim.

Beni otobüse yaslayarak aramaya saçımı çekmeye ve tekmelemeye başladılar. Ben yerlerde. Bayılacak durumdaydım. Otobüs şoförü Hayri, birkaç beni tanıyan vatandaşla aşağı inerek beni tanıdıklarını ve kefil olduklarını söyleyerek tepki gösterdiler. Bu tepki karşısında biraz olsun ürken Başçavuş beni otobüse bindirmelerini şoför Hayriye bağırdı. Hayri otobüse binerek yola devam etti. Beni otobüsten indirmelerinin tek nedeni kimliğimde DİYARBAKIR yazılı olmasıydı…

Bu o günlerde sık sık herkesin başına gelecek bir olaydı. Bir de şu küçük hikayeyi dinleyip o günleri anımsayalım…

12 Eylül’ün tanığı ve mağduru 32 kadının anlatımlarında yer alan bazı ifadeler şöyle:

– “Elektrik dâhil bütün işkence yöntemlerini yaşadık ama en ağırı cinsel işkenceydi.”

– “Tecavüz ettikleri kadınları kanlı etekleriyle koğuş koğuş dolaştırdılar.”

– “Kocasının yanına getirdiler kadını, sordular ‘Kim bunun kocası’ ardından da ‘Şimdi tecavüz etmeye götürüyoruz’ dediler.”

– “Etekleri başlarımıza geçiriyor, altımızın çıplak olmasını sağlıyor, ‘gez’ diyorlardı.”

– “Sutyenlerimize elektrik veriyorlardı.”

– “Banyodan çıkıp bornozla karşımıza gelirler ve bize baka baka mastürbasyon yaparlardı.”

– “En büyük işkence başka kadınların çığlıklarını dinlemekti.”

– “11 yaşında ikiz oğulları olan arkadaşımızın, oğullarına işkence yapıp sesini ona dinletmişlerdi.”

– “Lağım sularının içine zorla kadınları soktular.”

– “Serbest bırakıldım ve eve gittim. Beni yıllarca görmeyen annemin bana ilk dediği şey, ‘Bunca yıl ,neredeydin?’ olup, kızlık muayenesine götürdü.”

Eylül’ün kadın yüzleri adlı belgeselden…