Dumandan yanan gözleri ile etrafa bakmadan bir yudum daha aldı rakısından. Başını kaldırıp etrafa göz gezdirdi, kimi kırk yaşında kimi 50 yaşında onlarca dertli insan. Tahta masanın arkasındaki hoparlörlerden cızırtılı bir ses kulakları okşamaktaydı… Topal Necmi’ nin mekanı alelade bir yer idi. Oldu olası lüks mekanları hiç sevmemişti zaten. Teypten çıkan şarkıya gönlünü verdi. Başa döndü müzik. Dumanlı dağları söylerek içindeki son pilleri harcarken teyp, delikanlı iç çekip uzun bir yudum aldı sonra rakısından. Gözleri az ilerdeki masadaki kır saçlı 55 yaşlarındaki adama takıldı. Derin bir ” ahh ” çeken adam sigarasının dumanında gözlerini pencereye dikmiş, sanki o ortamda değilmişcesine düşünüyordu. Gözgöze geldiler bir an, gözlerini indiren delikanlı önündeki zeytinden bir tane alarak, ekşinin verdiği tadı hissetti. Hissettiği birşey daha vardı. Üzerindeki bir çift göz. Tekrar başını kaldırdığında ihtiyarla göz göze geldi.Gözlerinin dolduğunu hissetti, ve kaçırırcasına kapattı. Verecek cevap yoktu delikanlı için, çareyi kadehini kaldırıp ihtiyarın kadehine vurmakta buldu. 1 yudum daha içmek istemesine rağmen o bir yudum boğazından geçmedi. Yutkunurken zorlanması ihtiyarın gözünden kaçmamıştı. Yavaşça gözlerini kaldırdı genç adam. Başıyla önündeki bu yaşlı hayat ağacını onaylarken gözlerine daha derin baktı.Kendisi gibi ihtiyarın gözleride maviydi. Ama ne mavi.. Acımasız dalgaların durmaksızın dövdüğü kayaların, güneşte yansımasını andıran bir renk.. Solmuş ve kendini renksizliğin kucağına bırakmış bir mavi… Kimbilir belkide yaşamın her yüzünü görmek böyle yapıyor insanı diye düşündü. İhtiyarın sorusuna evet demek isterken sözlerine boğazındaki hıçkırıklar engel oldu delikanlının.. Adam deprem sesiyle devam etti Gece yarısı bir telefon geldi evlat, çalmaz olaydı o telefon, gitmez olaydım o hastahaneye, görmez olaydım aslanımı yüreği parçalanmış halde. Ertesi sabah karların arasında toprağa kendi ellerimle verdim. Topraktan yastık yaptım aslanımın başı acımasın diyerek. Yumuşacıktı hala bedeni. Gökyüzü sanki yeryüzü ile arasında beni eziyordu evlat! Bu acıyı bilir misin evlat! Topallayarak teybe ulaşan meyhaneci dumanlı dağları tekrar çalmaya başlarken ihtiyarın gözlerindeki damlalar tahta masada ufacık bir gölet oluşturmuştu. Sanki zorla söylenen sözler  Evlat, neyi kaybettiğini bir gün bulursan banada söyle, az ilerde zincirlikuyu’ ya gideyim, söyleyeyim aslanıma, oda yarım kalmasın. Belki o zaman düzelir her şey. Sözlerini bitirir bitirmez ceketini sırtına alan yaşlı adam, bedenini zor taşıyan bacaklarına bir güç daha verip ayağa kalktı. “yarin ve yardımcın yaradan olsun evlat ” deyip hızla kapıdan çıkarak kayboldu gözden. Masada kalan bafraya gözlerini diken delikanlı, soğuk bir kış günü suya batmışcasına titredi. Kadehinden aldığı yudum boğazındaki düğümlerden geçmeyerek nefesini tıkadı.. ihtiyar sanki karşısındaymışcasına Duygularımı yitirmişim be babacım.. Duygularımı… İnsanlığımı.. Attığını hissettiğim yüreğimi kaybetmişim. Ayağa kalktı hışımla, sanki dünya gözleri önünde takla aldı. Başına bir kova kaynar su dökülmüşcesine sendeledi. Cebinden çıkardığı parayı masaya bıraktı. Ne kadar olduğunu bilmiyordu. Önemide yoktu zaten. Kaybettiklerimi bulmalıyım diye mırıldandı. Zar zor seçebildiği kapıya doğru yürümeye çalıştı. Yalpaladığını biliyordu, ama bunun ne kendisinin nede kimsenin umrunda olmadığının da farkındaydı. Sanki kaybettiklerini bulacakmışcasına, hızla kapıdan çıktı. Ertesi günü kayıplar defterine bir isim daha eklenecekti…