“Kurtaracağım sizi” dedi babam. Düşünceli, biraz umutlu, biraz da bitkindi. Hep aynı cümleleri kuruyordu: “Kurtaracağım sizi yoksulluktan, parasızlıktan, bu evden kurtaracağım

” Ağzıyla söylemesi kolaydı nasıl yapacaktı, nasıl kurtaracaktı bizi buradan? Bir baba neden her akşam bunları söyler. Eğer 3 yaşındaki kızı açlıktan ağlıyorsa söyler bir baba bunları. Benim de 3 yaşındaki kardeşim açlıktan ağlıyordu resmen. Şehire çok uzak bir köyde yaşıyoruz. Ben, kardeşim, annem ve babam köyün en fakir insanlarıyız ama parası olmayan her insan gibi gönlümüz zengin. Yağmur yağdığında, rüzgar çıktığında sarsılan bir evde yaşıyoruz daha doğrusu yaşamaya çalışıyoruz, her nefesimiz açlık kokuyor, bu kokuda boğulacağız bir gün hepimiz. Annem açlıktan ağlayan kardeşimi sustururken şükrediyor sürekli. “Şükredilecek neyimiz var bizim anne?” diye sormak istiyorum ama soramıyorum, sormuyorum. Evde, kahvede bizi bu hayattan kurtarma planları yapan babamın ağzında ise sürekli isyan ve arayış cümleleri “Kurtulacağız.” Aslında bundan birkaç ay önce bu kadar kötü değildi durumumuz. Hayvanlarımız vardı. Annem sağardı babam şehire iner satardı. Tabii arabamız da vardı. Sütçü arabamız. Hafta sonları inerdi babam şehire. O sütleri satar kazandığı parayla iyi kötü geçinirdik. En azından şimdiki halimizden güzeldi durumumuz. Beyaz kasalı arabamıza yüklerdik sütleri, müşteriler de belliydi zaten. Kornaya basa basa girerdi babam mahallelere. Babamla gittiğimiz zaman mikrofonla bağırırdım “Sütçüüüü” diye. Tabii ya arabamızda mikrofon bile vardı, sütçü arabasına mikrofon taktıracak kadar paramız vardı o zamanlar. Biz iyi kötü geçinirken belki de babamın daha çok para isteği batırdı bizi. Ticaret için ortaklık teklif eden arkadaşına güvendi. Arabamızı, hayvanlarımızı satıp verdik o adama ama parayı alıp yok oldu adam resmen. Dolandırılmıştık. Elimizde sadece yaşadığımız küçük ev kalmıştı. Arabamızı park ettiğimiz o garaj da boştu şimdi, hayvanlarımızın alt kattaki ahırı da. Ahır yatağımın tam altındaydı hayvan sesleriyle uyurdum geceleri, isim bile koymuştum aslında hepsine “Sarıkız, Tosuncuk…” Şimdi boştu yerleri. Kafamı yastığa koyduğumda tosuncuğun değil ahırın sessizliğini dinliyordum artık. Bazen düşünüyorum da acaba inip ahırda mı uyusam? Yatağımdan daha sıcak, evimden daha güvenlidir. Dolandırıldıkdan sonra hiçbir akrabamız telefonlarımızı açmadı. Gerçi sütçü arabamız varken bile sevmezlerdi bizi. Doğunun dağında yaşayan basit köylülerdik bizler onlar için. Fazlasıyla pistik, sütçü arabamız varken bile fakirdik onlara göre. Onlara göre alt sınıftık biz. İnsanın seviyesini parası ve yaşadığı yer mi belirler? İnsanları sınıflara ayırırken neden karakterlerine göre ayırmıyoruz? Gerçi insanları neden sınıflara ayırıyoruz ki? Çalışmaya başladığımız ikinci gün kaçmayı düşündüm. Köyüme gidip aç yaşamayı tercih edecektim neredeyse. Ama alışmam uzun sürmedi. Kısa sürede ustalarla tanıştık, kaynaştık. Kendimizi sevdirdik onlara, dost olduk hepsiyle. Her gece odaya girip sert döşekteki sert yastığa başımı koyduğumda evimi özlediğimin biraz daha farkına varıyordum. Biraz daha özlüyordum annemin nefesindeki açlık kokusunu. Her gece babamın dediği “Kurtulduğumuz günü” hayal ediyordum. Bu sabah fabrikanın çatısında bir sıkıntı olmuş birisinin çıkıp düzeltmesi gerekiyormuş. Basit bir işlemmiş ama zayıf birinin çıkması gerekiyormuş yoksa halat çekmeyebilirmiş. Zayıf halatın çekebileceği birisi çıksın deyince herkesin gözü bana çevrildi zaten. Bir şartla çıkarım dedim “Aşağıdan ipi babam tutsun”. Halatı bağlayıp yukarıya doğru tırmandım. Düşmemem için başta babam olmak üzere herkes sıkıca halatı tutuyordu. Tam çatıdaki sıkıntıyı giderecekken ayağım kaydı yere çakıldım. Babamın kucağındaydım. Tanrıya dokunmaya gidiyorum babacım, konuşmak istiyorum ama konuşamıyorum eğer konuşabilseydim sana söyleyeceğim son şey: “Annemi ve kardeşimi kurtar” olurdu.