Mevsimlerden güzdü. Büyük yolda iki araba tırısla koşturuyordu. Öndeki posta arabasında iki kadın oturmaktaydı: Biri zayıf, solgun yüzlü bir hanımefendi ötekiyse parlak kırmızı yanaklı, gürbüz hizmetçisi. Hizmetçinin kısa kesilmiş, kuru saçları soluklaşmış şapkasının altından ikide bir dışarı kaçıyor kızcağız delik eldivenli kızarık elleriyle rüzgarda uçuşan saçlarını ikide bir düzeltiyordu. Havlu atkısıyla örttüğü göğüsleri gençliğinin, sağlıklı oluşunun birer belirtisi gibiydi canlı kara gözleri kah pencerenin ötesinde hızla geçen tarlalarda geziniyor, kah hanımına ürkek ürkek bakıyor, kah arabanın köşelerinde tasayla dolaşıyordu. Hanımefendinin file içinde arabanın tavanına asılmış şapkası burnuna değecekmiş gibi, bir ileri, bir geri gidip gidip geliyordu. Kızın dizlerinin üstünde bir köpek yavrusu vardı. Ayaklarını döşemede duran bir kutunun üstüne koymuştu araba sarsıldıkça yayların çıkartığı gıcırtıyla camların şıngırtısına uygun olarak, zor işitilir bir sesle bu kutuyu tıkırdatıyordu. Hanımefendi ellerini dizlerinin üstünde kenetlemiş, gözlerini yummuştu. Sırtına yerleştirilen yastıklara yaslanmış otururken usul usul sallanıyor, yüzünü belli belirsiz buruşturarak derinden derine öksürüyordu. Gecelik beyaz bir başörtüsü ince, sarımsı boynuna bağladığı mavi bir eşarbı vardı. Düzgün bir ara çizgisi başörtünün altına doğru düzgün pomatlı sarışın saçlarını ikiye ayırıyordu. Bu geniş çizginin beyazlığında ölümü düşündüren soğuk bir hava vardı. Pörsük, biraz da sararmış derisi yüzünün ince, biçimli girinti çıkıntılarını gevşek bir biçimde sarıyor yanaklarında, elmacık kemiklerinin üzerinde hafifçe kızarıyordu. Dudakları kuruydu, kıpır kıpır ediyordu durmadan. Seyrek kirpikleri kıvrılmaksızın dik dik duruyordu. Mantosu, düşük göğsünde düz çizgiler yapmıştı. Gözlerinin kapalı olmasına karşın yüzü yorgunluk, sinirlilik, çoktandır çekmeye alıştığı bir acıyı anlatıyordu. Dirseklerini iki yana dayayan uşak, önde arabacının yanında uyukluyordu. Posta arabacısı keyifli keyifli bağırarak, ter içinde kalmış dörtlüyü sürüyor, arasıra arkadaki kupa arabasında bağırıp duran öbür arabacıya dönüp bakıyordu. Şınaların geniş, koşut izleri balçıkla kaplı yolda düzgün iki çizgi halinde hızla uzayıp gidiyordu. Henüz güneş ışınlarının aydınlatmadığı, yeni düşmüş çiyin donuk örtüsü her yeri kaplamıştı. Ufkun doğaya düşen bölümü ince bulutların sardığı gökyüzünde güneşin aydınlığını yansıtırken belli belirsiz ağarıyordu. Ne yerde bir otçuk, ne de dallarda bir yaprak kıpırdıyordu. Ormanın sessizliğini bozan tek ses ağaçların sık dallarından gelen kanat çırpmalar, bir de arabacı yürürken otlarda çıkardığı hışırtılardı. Derken, ansızın tuhaf, doğaya yabancı bir ses işitildi sonra bu ses ormanın kıyısında donup kaldı. Sonra aynı ses bir daha, bir daha duyuldu ağaçlardan birinin gövdesi bu gürültüyü biteviye takırtılarla çevreye yaymaya başladı. Takırdayan ağaç garip bir biçimde sarsıldı, gürbüz yapraklar kendi aralarında bir şeyler fısıldaştılar, dallardan birine konmuş olan bir narbülbülü kanatları ıslık çalarak iki kere pır pır etti, kuyruğunu sallaya sallaya başka bir ağaca kondu. Balta, alttan alttan gittikçe boğuk sesler çıkararak kütürdüyor yavaş, beyaz yongalar çiy düşmüş otlar üzerine saçılıyordu. Derken, vuruşlarla birlikte hafif bir çatırtı işitildi. Ağaç bütün gövdesiyle titredi, biraz eğildi, sonra kökü üzerinde korkuyla irkilerek yeniden doğruldu. Bir an için her şey sustu, ama ağaç bir daha eğildi, gövdesinden yükselen çatırdılar çoğaldı, budakları kırılıp dalları alta doğru sarkarak baş aşağı kara toprağa devrildi. Balta takırtıları, ayak sesleri bıçak gibi kesildi. Narbülbülü kanat çırptı, daha yükseklere uçtu. Kanatlarıyla dokunduğu bir dalcık bir süre sallandı, sonra öteki dallar gibi dondu kaldı. Yeni açılan boşlukta kımıltısız dalların yaprakları daha bir diri görünüyordu. Güneşin ilk ışıkları, arkası görünen bulutu delip gökte parladı, sonra yavaş yavaş her yere yayıldı. Koyu sis çukurlarda harelenmeye, çiy damlaları yeşilliğin üzerinde ışıl ışıl oynamaya başladı. Ağaran saydam bulutlar mavi gökte şuraya buraya dağıldı. Kuşlar ormanın sık yerlerine uçuştular, sanki yok olmaktan zor kurtulmuşlar gibi mutlulukla cıvıldaştılar. Semiz yapraklar sevinçli bir durgunluk içinde dallarında fısıldaşmaya başladılar. Ayakta kalan ağaçların tepeleri yerde yatan ölü ağacın üzerinde saygıyla, usuldan usula salındılar.