İlkokula, amcasının ve babasının da okulu olan Işık Lisesi’nde başladı, iki yıl sonra babası IBM genel müdürü olarak Ankara’ya gidince, başkentteki Mimar Kemal İlkokulu’na devam etti. Yeniden İstanbul’a döndüklerinde Işık Lisesi bu kez Orhan Pamuk’u kabul etmedi. O da Şişli Terakki’ye geçti, buradan diploma aldı, sonra Robert Kolej’e kaydını yaptırdı. 1970’te Robert Kolej’den mezun oldu. Pamuk o yıllarda “Tembel, başarısız, şımarık, durmadan şaka yapan ama okulda ressam olarak…” bilindi. “6-7 yaşlarında resme başlayan Pamuk, 22 yaşına kadar resme devam etti. 22-30 yaş arasında da günde on saat roman yazmaya çalıştı. Robert Kolej’in ardından dedesi ve babası gibi önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mühendis olmak için öğrenime başladı (1970) ise de üçüncü yılın sonunda buradan ayrıldı. İstanbul Üniversitesi gazetecilik bölümüne geçti ve burayı 1977’de bitirdi, yüksek lisans öğrenimine başladı. Pamuk, 12 Eylül’den sonra çıkan kısa dönem askerlik imkânıyla Tuzla’da 4 ay olarak askerliğini yaptı.” Ayrıldığı eşinin (Aylin Türegün) doktora öğrenimi sırasında üç yıl (1985-1988) New York’ta yaşadı, bunun dışında ömrü hep İstanbul’da geçti. Pamuk’un ailesi Anadolu’dan İstanbul’a geldi. 1930’lu yıllarda büyük bir servet edindi, Nişantaşı’nda kendi adlarını taşıyan apartmanda yaşadı. Bir mühendis olan Büyükbaba, Kemal Atatürk’ün Batı değerleri ölçülerine göre hareket eden modem Cumhuriyet’in oluşumunu kolaylaştıracağı ve gelişimi ülkenin en uç noktalarına kadar taşıyacağı düşünülen bir demiryolu ağının yapımında çalıştı. Büyükbaba, emeklilik döneminde de kullanılmış eşyalarla ilgili bir fabrika işletti ve servetini bir kat daha artırdı. Büyükbabanın göreceli olarak genç bir yaşta ölümünden sonra oğulları bütün serveti çarçur etti. “Babam”, diyor Pamuk, “bir estetti. Paris’te yaşamayı seviyordu ve Flaubert çeviriyordu. Öldüğünde bana bir bavul dolusu el yazması bıraktı, o zaman onun da bir roman yazarı olduğunu öğrendim. Ama o nazlı biriydi ve bir yazar hayatının zorluklarına katlanmak istemiyordu. Ama beni her zaman cesaretlendirmişti: Ne yaparsam yapayım ailem benim çok yetenekli olduğumdan emindi.” Orhan Pamuk, ilk ödülünü 23 yaşında kazandı. 1975 Antalya Film Festivali yanı sıra açılan öykü yarışmasında üçüncülük ödülünü aldı. Bundan büyük sevinç duyarak, yazmakta olduğu Cevdet Bey ve Oğulları romanını hızlandırdı. Jüride yer alan Erdal Öz‘ün öyküsünü çok beğendiğini ve kendisiyle tanışmak istediğini öğrendi. Kendisiyle tanıştı dostu, arkadaşı ve yayıncısı oldu. Daha sonraları kendisini Erdal Öz’ün keşfettiğini söyledi (“Beni Erdal Öz keşfetti”, Milliyet, 8 mayıs 2006, s. 22). İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları’yla 1979 Milliyet Yayınlan Roman Yarışması’nı Mehmet Eroğlu’yla paylaştı. Ama yapıtını yayımlama olanağına ancak üç yıl sonra kavuşabildi. “Üç kuşak İstanbullu bir tüccar ailesini”, Türkiye’nin modernleşme sürecini, 19. yüzyıl roman formlarına bağlı kalarak anlattı. Bunu ünlü Alman yazarı Thomas Mann’ın Buddenbrook Ailesi romanından etkilenerek kaleme aldığı ileri sürüldü. Romanda yer alan karakterleri çok zengin, derinliğine işliyordu. Kitap beraberinde Pamuk’a 1983 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı da getirdi. Aynı yıl Sessiz Ev basıldı ve o da bir sonraki yılın Madaralı Roman Ödülü’nü kazandırdı. Kitabın Fransa’da çıkan çevirisiyle de 1991 Prix de la de-couverte europeenne’i (Avrupa Keşif Ödülü) aldı. Başarısı aralıksız sürdü. 1985’te yayımlanan ve Venedikli bir köleyle bir Osmanlı âlimi arasındaki ilişkiyi anlatan tarihsel romanı Beyaz Kale’yle ününü yurtdışına taşıdı. ABD’nin sayılı gazetelerinden New York Times, “Doğu’da bir yıldız daha yükseldi” sözleriyle değerlendirdi. Kitap belli başlı tüm Batı dillerine çevrildi. 1990’da yayımlanan Kara Kitap, en çok tartışılan kitabı oldu. Orhan Pamuk, yıllarca hep tarihe kaçıyorsun, günümüzü anlatmıyorsun diye kendisini küçümsediklerini, Kar romanını da bu nedenle kaleme aldığını, bunun için Sabah gazetesinden bir “Gazeteci” kartı alarak 5 kez Kars’a gittiğini, orada değişik sürelerde yaşadığını, incelemeler yaptığını, video çekimleri yapıp notlar aldığını, romanını da 33 ayda tamamladığım anlattı. Ne var ki Kar, bir kitap olarak değil, bir tüketim ürünü olarak bill-boardlarda, televizyonlarda tanıtılarak, çok kısa sürede “best-seller” oldu. Nobel alana kadar 34 dile, ödül duyurulduktan sonra törene kadar bu sayı 49’a çıktı. 2004’te ABD’de New York Times’ın eki Book Review tarafından 2004’ün en iyi on kitabından biri seçildi, ardından dünyadaki 100 kitap listelerinde yer aldı. 2005 yılında Alman Yayıncılar Birliği’nce 56. Barış Ödülü verildi. 12 Ekim 2006’da da Nobel Edebiyat Ödülü‘nün Orhan Pamuk’a verildiği açıklanmasıyla tüm dünyada tüm kitapları liste başlarına yükseldi. Böylece Pamuk, Türk edebiyat tarihinde Nobel’i alan ilk ve tek Türk yazar olarak tarihe geçti. Bütün bunlar ona Nobel yolunu açtı iddiaları gündeme geldi, tartışıldı. Henüz ödül törenine katılmadan Türk gazeteci olarak onunla ilk konuşmayı Hürriyet yazarı Hadi Uluengin yaptı (Hürriyet, 23-24 kasım 2006). Ona mutlu ve sevinçli olduğunu söylerken, ödülün siyasi nedenle kendisine verilmediği, Akademi sekreterinin ‘Roman sanatını Batılıların elinden alıp, onu geliştirip, başka bir şeye dönüştürdüğü’ için verildiğini söyledi.