Yaşlanmak
bir yıl daha…
Büyümek…
İki insan arasında yaşın farklı tanımı. Kızlarım büyürken ben
yaşlanıyorum.
Ölüme bir yıl, elli iki hafta, üç yüz altmış beş gün, bilmem ne kadar saat daha
yaklaşıyorum…
Yaşım diye bahsettiğim rakamları hissetmiyorum. Benim dışımda kendiliğinden
biriken rakamlar topluluğu. Nüfus cüzdanıma başlangıç tarihi konmamış olsa otuz
üç yaşımda olduğumu söyleyemeyeceğim. Ortaya çıkan rakama yaşım şu diyorum ama
onun benimle alakası yok.
Varlığım ile ilgili ilan edebileceğim tek şey otuz üç yaşımdayım..
Otuz üç yıl önce zemheri ayında kerpiç duvarların yarı beline kadar karla kaplı
olduğu bir evde doğmuşum. Meşe odunlarının ısıttığı toprak damlı evde, anamın
kucağına verildiğimde yüzümün pembeliği gaz lambasının ölgün ışığında fark
edilmemiş. Sadece erkek demişler, ultrasonla cinsiyet öğrenmenin ne olduğunu
hala bilmeyen anneme.
Yün yorganlarla, meşe odunlarıyla ısıtılmaya çalışılan bedenim için asıl kaygı
bir canın yaşatılma çabasıymış. Zemheride adam boyu yağan karda doğan
çocuklardan yaşayanlar okunmuş, tekke suyunda yunmuş olanlardı, diyordu annem
yirmi yaşlarımda doğum hikâyemi anlatırken.
Kış mevsiminin en kör ayında doğmama rağmen soğuktan, üşümekten nefret ederim.
Kar yağdığında ince bir sızı olur bedenimde, kemiklerim arası geçişlerde bir
uyuşma, ellerimde morarma.
Kışın soğuk yüzüne inat çocuk gülümsemesi ile devam ettirilen ve bu güne
getirilen bir yaşamın içindeyim. Kah düşerek kah kalkarak, olur olmadık
zamanlarda sıfırlanarak bu güne taşınan ömrün sahibiyim. Hepsi bana ait
hatalar, başarılar, kazançlar, kayıplar… Kendime sakladığım özlemler, aşklar,
ayrılıklar, kavuşmalar…
Üç bin üç yüz kere otuz üç çarpı üçün çarpımından daha ağır sonuçlar gördüm.
Buzun soğukluğu ölümün soluğundan ateşin harı aşkın narından hiç de ileri
değilmiş. Gerisi lafı güzaf…
Bundan sonra daha ağır olma yönünde bir karar aldım. Taş yerinde ağırdır. Ben
taş, yaşam yer olacak bundan gayri…
Doğada yürürken daha ağır adımlarla ilerliyorum. Ağaçların altında oturup ormanı
dinliyorum. Ağaçlardan kurulu korodan gelen armoni ile ruhuma serin bir şeyler
doluyor. Çiçeklere dokunmadan geçmiyorum, taç yapraklarını öpüyorum, benden
önce bir arının konduğu gelinciğin.
Bir dostum var, hem de candan. Onunla konuşurken daha bir ağırdan alıyorum,
daha çok zamanı üleşmek için. Birlikteliğimiz hemen bitmesin istiyorum. Ağır,
kalıcı olsun diyorum.
Ağırdan ama aksatmadan bir ömür yolunda ilerliyorum.
Ve çocuklar… Onlarla ağır ağır yeni baştan büyüyorum. Çocukluğun köşe
bucağında hiçbir detayını atlamadan…
…
Otuz üç yaşımdayım ve ağır ağır en az otuz üç yaş yaşamak arzusundayım.
NOT: On
yıl önce yazmış olduğum bu yazıyı eski notlarım arasında buldum. Yazdıklarımı
okuyunca gülümsedim. Şimdi 43 yaşımdayım. Kendi yazdıklarıma katılıyorum…