Kendisini bize Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda tanıtan, her zaman söylemekten çok yazmayı tercih eden yazar Peyami Safa’nın hayat hikayesidir. Edebiyat hayatına daha 11 yaşında, belki geçirdiği çocuk hastalığının ve pek muhtemel babasından miras bir yeteneğin sonucu olarak başlayan, sonrasında edebiyat dünyasına kattıkları 100 temel eser arasına giren adam, Peyami Safa. Babasının erken ölümü, kardeşlerini ölüme mahkum eden hastalıklar, annesinin durumu derken hayatın daha çok çileli yanlarını yaşadı ve evladının da kendinden önce ölmesi onun alacağı son darbe olacaktı. Gazete ve dergilerde yazarak ve hatta gazete – dergi açarak sürdürdü yazmak sevdasını. Her ne kadar yoksulluğuna çözüm bulmak gerektiğinden yazmaya yöneldiği düşünülse de, aslında önemli olan yazmış ve bugünlere gelmiş olması. Öyleyse bile iyi ki yazmış da biz bugün onu tanımışız. İnancı, dili, yönü ne olursa olsun edebiyata olan tutkusu nihayetinde bugün bize onu tanıtan. Peyami, 2 Nisan 1899’da, İstanbul Gedikpaşa’da Şair İsmail Safa ve Server Bedia Hanım’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Peyami’ye adını şair Tevfik Fikret verdi. Bu duygusal anlamda sanki Peyami’nin hayatında ruhani bir dokunuş olacaktı. Babası İsmail Bey, II. Abdülmamid’e muhalif olan isimler arasındaydı ve Peyami henüz 2 yaşındayken Sivas’a sürgüne gönderildi. Babası sürgünde öldü. Bu ani ölüm Peyami’nin yoksulluk denen gerçekle erken tanışmasına sebep olmuştu. Çünkü İsmail Bey’den geriye maddi anlamda pek bir şey kalmamıştı. Bedia Hanım iki oğlunu çok zor şartlarda büyütecekti. Abisi İlhami de erken büyüyecekti bu yokluk sebebiyle. Babasız bir hayatla bebeklikten çocukluğa geçişini yaptı Peyami ve ilk öğrenimine başladı. Ancak 8 – 9 yaşlarına geldiğinde top yekün hayatını etkileyecek bir yara aldı. Doktorlar sağ kolunda kemik veremi teşhisi koydu. Hatalığı okul hayatını da etkilemişti. Bu durumda artık okula gidemezdi. Deneye yanıla bir yola giriyordu Peyami. İlk hikaye denemesine de “Piyano Muallimesi” adını vermişti. İlk roman denemesi de “Eski Dost” oldu. Tüm bu denemeler lise dönemini kapsıyordu. Peyami, zor bir hayatı yaşamak zorunda olduğunu çok erken yaşlarda fark etmiş ve kabullenmişti. Edebi eserler üzerinde yoğunlaştığı bir hayatı vardı, ama yine de kendisini geliştirmeliydi. Babasının yakın arkadaşlarından Abdullah Cevdet’in kendisine hediye ettiği Le Petit Larousse’i ezberledi. Böylece Fransızca dil bilgisini de geliştirdi. I. Dünya Savaşı zamanlarıydı. Peyami annesine katkıda bulunmak için Posta ve Telgraf Nezareti’nde çalışmaya başladı. 1917’de Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihad Mektebi’ne öğretmen olarak görevlendirildi. 1918’de de bir süre için Duyun-u Umumiye İdaresi’nde çalıştı. Peyami Safa Tercüman gazetesinde yazarken bir yandan da Necip Fazıl Kısakürek’in de Büyük Doğu dergisinde yazıyordu. Ancak çok uzun bir süre geçmemişti ki, Necip Fazıl ve Peyami Safa arasında ikinci kalem kavgası kendini gösterdi ve bu sebepten dergiden ayrıldı. 29 Nisan 1960’ta da Yazı İşleri Müdürü ile anlaşamadığından Tercüman’dan ayrılacaktı. Şimdi de 27 Mayıs darbe dönemini yaşıyordu Peyami Safa. Darbeden hemen önce Adnan Menderes’in davetiyle Eskişehir’e gitti. Darbe sonrasında kurulan rejim da Peyami Safa’ya zorluk çıkardı. Çünkü Peyami Safa önceden beri Demokrat Parti’yi destekliyordu ve Adnan Menderes ile de oldukça yakın ilişki içindeydi. Peyami Safa günden güne daha çok yıpranıyordu ki üstüne bir de Erzincan’da yedek subay öğretmen olarak görev yapan oğlu İsmail Merve’nin ölüm acısı eklendi. 27 Şubat 1961’de oğlunun ölüm haberini aldığında onu yıpratan ne varsa belli ki onu daha çok yoruyordu. Bu olaydan sonra Peyami Safa’nın da bedeni güçsüz düştü. Oğlunun ardından ancak 4 ay dayanabildi. 15 Haziran 1961’de bir arkadaşının Çiftehavuzlar’daki evinde tansiyonunun yükselmesine bağlı beyin kanaması geçirerek hayata veda etti. Velhasıl bu dünyadan bir Peyami Safa geçti.