Mevsimin hüzünlü ayı, Eylül de geldi geçiyor. Bilmem duydunuz mu, şehrinize eylül geldiğinin ve giderayak el salladığının?  İçimizde duran izleri, sesleri, sessiz çığlıkları…

Hep mi eylülün hanesine yazılır, yaşananlar ve dahası yaşanmayanlar. Bu da eylülün farkı olsa gerek.

Telaş içinde oradan oraya koştururken yaprakların yeşilden çıkıp sarıya boyanmaya başladığını kaçırdık. Telaş, bir telaş herkeste…

Üzerine en çok şiir, hikâye, replik ve söz yazılan eylül şimdilerde kendi halinde. Pandemi dalgasının kasırgaya döneceği konuşulan ekim ve kasım aylarına sırasını terk ederek tarihin arşiv koynunda yerini almak üzere…

Bu eylülü yaşandı saymayalım çünkü gelip gittiğinden kimsenin haberi olmadı. Can telaşı içinde başımızı kaldırıp burnumuzun dibindeki ağaçlara, yapraklar ne durumda diye bakmadık. Şairin dediği gibi “biz başka havalardaydık.”

Eylül ayında başlardı hafif esintiler ile nezle, arkasından grip. Çünkü havalar serinlemeye başlamış olurdu. Hapşırmalar, tıksırmalar, gelmiş geçmiş olsunlar, derken… Bu aralar en küçük soğuk almalarında insanlar, kapı duvar evlere hapsolmakta. Haksız da değiller. Burnunu çekiştire çekiştire bir banka oturup yaprak dökülmesini izleyip sevgili omzuna yatılacak zaman değil. Hem de hiç değil…

Sonbaharın ev sahipleri eylül ve arkadaşları ekim ile kasım pek bir itici geliyor. Kasım, aralık ve ocak için “Allah yardımcıları olsun” diyorum.

Sarı mevsimin ilk habercisi eylül sessiz adımlarla gidiyor.

Kurguladığım eylül yazısı bu değildi ama artık diyecek bir kelam yok. Bir sonraki eylülde eylül tadında, eylül dilinde, eylülce sözler söylemek üzere güle güle eylül…