Geçtiğimiz günlerde ünlü film yıldızı Tarık Akan’ın 4. ölüm yıl dönümüydü. Akan, yaptığı filmlerle, yaşam tarzındaki duruşuyla milyonların kalbine taht kuran bir sanatçıydı. Önce bebek yüzüyle çıktı karşımıza. Genç kızların kalbine taht kurarken, genç erkeklerin de yakışıklılık sembolü oldu. Daha sonra yolları efsane sanatçı, yazar, yönetmen, senarist, yapımcı Yılmaz Güney ile kesişti. Sosyal içerikli filmleriyle Tarık Akan bir kez daha gönülleri fethetti. İşçi grevlerinde işçilerle kol kola, öğrenci sorunlarıyla öğrencilerin yanında yer alarak halk çocuğu olarak da kalplere girmeyi başardı. 1970 yılında Ses Dergisi’nin oyunculuk yarışmasına katılarak birinci olan Tarık Akan’ın oyunculuk kariyeri 1971 yılında ilk sinema filmi “Emine” ile başladı. 1970’li yıllarda rol aldığı filmlerle Türkiye’nin gönlünde taht kuran “Damat Ferit” lakaplı oyuncu, Adile Naşit, Münir Özkul, Gülşen Bubikoğlu gibi Yeşilçam’ın birçok ünlü ismi ile başrolü paylaştı. 1977 sonrası toplumsal içerikli filmlerde rol almaya başlayan Akan, Maden, Sürü, Yol gibi filmlerde rol aldı. Akan, 1978’de Maden, 1980’de Adak ve Sürü filmleriyle En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Akan, Yılmaz Güney’in yönetmenliğini yaptığı Yol’daki performansıyla da 1982 Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülüne aday gösterildi. Akan, 1985 yılında Berlin Uluslararası Film Festivali’nde de Pansiyon filmi ile Gümüş Ayı Mansiyon ödülünün sahibi oldu.

Türk magazin dünyasının duayeni gazeteci Tayyar( Yıldız) baba tanıştırmıştı bizi. Side’de 3 günü beraber geçirmiştik. Siyasetten günlük yaşama, Yılmaz Güney’den Kemal Sunal’a kadar birçok anılarını dinlemiştik. Yılmaz Güney ile tanışmasının hayatını değiştirdiğini söylüyordu. Ağır konuşur, ama dolu dolu konuşurdu. Söylediği her kelimeyi ilgiyle takip ederdim. Benim için daha doğrusu magazinsel bir haber yapmam için sahil paraşüt sporunu yaptı. Çektiğim resimler, Kelebek Gazetesi’nde yayınlanmıştı tam sayfa. Daha sonra dostluğumuz devam etti.

Rahmetli ile en önemli anım ise Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde oldu.

Bir sabah Dedeman Oteli(Akra Barut) lobisinde bir adamla sohbet ettiğini gördüm. İyice yaklaşınca bu adamın derin devletin adamı olan bir Binbaşı olduğunu anladım. Bu adam o yıllarda Antalya siyasi Şube Müdürü Cafer Şahin’in yanında birkaç kez görmüş ve tanımıştım. Tarık Akan ile sohbet ettiğini görünce endişelendim.  Haber vermek, onu uyarmak istedim.  Ama nasıl yapacağımı bilemiyordum. Birden resepsiyona yanaştım. Tanıdığım görevliye gidip Tarık Akan’a telefonu olduğunu, resepsiyona kadar gelmesi gerektiğini söylemesini istedim.

Resepsiyon görevlisi önce itiraz ettiyse de ısrarım üzerine gitti ve dediğimi yaptı. Tarık Akan resepsiyona doğru geldi telefonu eline aldı ve ben yanına yanaşarak tıpkı ajan filmlerinde olduğu gibi çaktırmadan dışarı çıkmasını söyledim. Şaşkındı. Tuhaf tuhaf yüzüme bakarak….

“Ne oluyoruz Mahmut ?” dedi.

Çaktırma ve dışarı gel dedim ve yürüdüm. Arkamdan geldi. Ona içerde sohbet ettiği adamın kim olduğunu söyledim. Tanımıyormuş. İki  gün önce otelde tanışmışlar. O gün de kahve içmeye davet etmiş lobiye. Kendini iş adamı olarak tanıtmış. Yurt dışında iş adamı. Oysa o şahıs bir Binbaşıydı. Genel Kurmay’a bağlı siyasi kanat sorumlusuydu. Cafer Şahin ağzından kaçırmış, daha doğrusu bilerek bu bilgiyi bize vermişti ki pot kırmayalım diye…

Belki bir yıl sonra Tarık Akan ile görünce kuşkulanmıştım…

Ben konuştukça Tarık Akan kızarıyordu. Elleri titriyordu. Elini omuzuma koyarak.

-Teşekkür ederim dostum, bu iyiliğini unutmayacağım. Sonra detaylı konuşuruz, ben odama çıkıyorum…

Otelin kapısından içeri girdi ve bana dönüp, teşekkür etti ve Mahmut beni izle lütfen dedi.

Lobide oturduğu adamla hiç konuşmadan asansöre girip odasına çıktı. Ben de konuyu Tayyar babaya söyledim. Birlikte her gün lobide Tarık Akan’ı izliyor, birlikte onun başına bir şey gelmesin diye Antalya da kaldığı süresince hep izledik.

Ölene kadar dostluğumuz devam etti.

O gerçek bir halk kahramanıydı…

Efsane sanatçıydı…

Vatansever bir insandı…

O, yüreklerde bir efsane olarak kalacak…