Babaanneleri yerdeki turşularla boğuşurken öksüzler öteye beriye koşarak onu kızdırmaya devam ediyorlardı. Mahallenin meraklı kadınları da Hanife teyzenin çevresine toplanmıştı. Yaşlı aklı işte. Birinden gördü ve heveslendi, o da turşu yapacaktı. Ev ahalisini ve kalabalığı bahane ederek sıvadı kolları. Asıl turşu isteyen iki öksüzdü. Madem böyle iştahlandı torunları onları kırmayacaktı. Öksüzlerin turşusuna yardım eden kadınlar dayanışma örneği sergilediği gibi komşuluk ilişkilerine de örnek oldular. O kış sık sık bir araya gelerek Hanife teyze ve öksüzlerin işlerine yardım ettiler. Annesizliklerini onlara hissettirmemek için evlerinden annelik duygularıyla uzandılar komşu evine yardım eliyle. İhtiyacımız olan en büyük şeyi tamam etti komşu kadınları. Öksüzlerin turşusu Hanife teyzenin inadıyla başladı kurulmaya, komşu kadınlarının el birliğiyle tamam oldu. Günler sonra küpler açıldığında öksüzler bayram etmişti adeta. Taze turşuları tabaklara koymadan küp kapağını kaldırarak yemeye başladılar gizli gizli. Sonraları tabaklarda sofraya koymayı huy edinmişlerdi. Bazen de kavurmasını yiyorlardı. Çocuk değil miydi onlar? Komşularının evinde görüp de istemediler mi turşu? Babaannelerine defalarca tembih etmediler mi bizde turşu istiyoruz diye? Evlerinden eksik olmayan komşular Hanife teyzenin yetişemediği her bir şeye el atıyorlardı. Bir anneleri gitmişti ama kırk anneleri olmuştu. Hoş, annelerinin yerini tutmazdı elbet ama yokluğunu da aratmıyordu kadınlar. Babaannelerinin çenesine rağmen. İyi ki merhametten yoksun değildi yaşlı kadın. Öksüzler fena hırpalanırdı yoksa. Hanife teyze bakkalına gelen mahalleli çocukları eli boş göndermez, paralarının yetmediği nice çikolata ve yiyecekleri ceplerine tıkıştırırdı. Merhametten maraz hasıl olmayacağını çok iyi bilirdi o. Göz hakkını bilene akıl vermeye ve ayet okumaya gerek yoktur ya hani, o hesap. Geri geliyordu, fazlaca verdikleri, geri gelmeyen tek bir şey vardı, o da öksüzlerin anneleri. Trakya’da kendine yeniden bir hayat kuran öksüzlerin anası, küçük oğlunu ilgi ve şefkatle büyütüyordu. İki kardeş onları hiç görmediler. Yıllar sonra bir haber geldi. Annenin yanındaki kardeşleri, beyninde oluşan bir rahatsızlıktan dolayı vefat etmişti. Ölümün ve ayrılığın nasıl bir his olduğunu tarif bile edemeyen iki kardeş, yaşadıkları duyguları, ilerleyen yıllarda tarif edebilecek kapasiteye gelebilecekler miydi acaba? Hissizlik vardı ikisinin de hislerinde. Günü birlik yaşamayı alışkanlık haline getirenler gibiydiler. Belki de yaradan onlara analarından ayrıldıkları gün hissizlik aşısı yapmıştı. Duyguları alınan canlılar var mıdır kim bilir? Onlar da duyguları alınan canlılardan mıydı? Yıllar geçti de bir kez bile anamız nerede, neden bizi terk etti, demediler. Hissizlik aşısı yüreklerine damlayan gözyaşı mıydı yoksa? Kaç çocuk yetim, kaç çocuk öksüz kaldı bu dünyada? Kaç çocuk hissiz kaldı bu dünyada? Kaç çocuk el eline düştü de mutsuz oldu bu dünyada? Öksüzlerin turşusu yenmeye başlandığında, mahalleli, yüreği buruk ama bir yandan da gurur duyulası bir işi yapmış insanlar oldukları için mutluydu. Dilden dile dolaştı öksüzlerin turşusu. Turşu yemeyen ekşi düşmanı insanları yediden yetmişe iştahlandırdı. Hemen hemen her evde o turşular anlatıldı. Merak edenler Hanife teyzeye konuk olup turşuları yerinde gördü. Öksüzler acıktığında, yemek hazırlamaya üşenip de kısa yoldan ayaküstü karın doyurmak için zaman zaman ekmekle o turşulardan yediler. Ellerinde tabaklarla sokaklarda dolaşarak diğer çocukları kıskandıran bir iştahla turşu tükettiler aylarca.