Sabah kalktım elimi yüzümü yıkadım. Canım kahvaltı yapmak istemiyordu. Kedimi ormanın içine attım. Yalnız kalmak, kafamı dinlemek, Mehmet’i unutmak istiyordum. Bunun için psikoloğa giderken arabama binmemiş, orman yolunu seçmiştim. Biraz yürüyüp kafamı dağıtmak istiyordum. Bir saatten fazla yürümüş, yorulmuştum, bir ağacın gölgesine oturdum. Midemde şimşekler çakıyor, düşünce trenlerim bir yerlerde sabotaja uğruyor. Beynimin karlı dağlarında bir kar topu hızla çığ olarak ilerliyor. Tansiyonum yükseliyordu. Birileri gelse ölesiye dövse beni, hafızamı yitirsem ve geçmişimi merak etmeden yaşayıp gitsem diye düşünüyordum. Yaşadığım acıları kimse bilmiyor, hislerimi içime bastırıyor, sesim duyulmasın diye yorganı yüzüme çekiyor, gizli gizli odamda ağlıyordum. Ah nefessiz kalıpta ölsem keşke şu an, dediğim anlar oluyordu. Mehmet’in yokluğuna değil, oynanıp hiçe sayılan gururuma üzülüyordum. Tarifi mümkün olamayan acılar çekiyordum. Çektiğim acıları kelimelerle anlatmak nerdeyse imkansızdı, ama gerçekti, vardı yani. Canım sahiden feci acıyor, içim ciddi ciddi yanıyordu. Sanki fiziksel bir acı gibiydi önceleri. İştahsızlık yapıyordu genelde. Yemek, içmek, gezmek, tozmak hiçbir şey gelmiyordu içimden. Mecburen yapıyordum her şeyi, mecburen yaşıyordum. Boğazımda koca bir düğüm… sonra… yavaş yavaş… alışıyor bünye. Ama o kalpteki sızının geçmesi çok zaman alıyordu. Bir şarkıyla, bir renkle, bir kokuyla, mevsimin değişmesiyle, minik bir yavru kediyle, herhangi bir kelimenin değişik bir tonlamasıyla yeniden yeniden sızlıyor… Sızlıyor… Sonunda mecburen geçiyordu. Ama çoğunlukla delip de geçiyordu. Hayattan soğudum, arkadaşlarla kağıt oynamaya gidiyorum, birden mutlu iken mutsuz oluyorum, kimseyle muhabbet edemiyor, canım sıkılıyor, yemek yerken bile tadım kaçıyor. Bir arkadaşım bana (kendisi psikolog) sende psikoz belirtileri var demişti. Sonradan bende farkettim, öyle ki muhabbetin en koyu en güzel yerinde birden suskunlaşıyor, daralıyorum sanki suratım asılıyor konuştuğum kişilerin benden nefret ettiğini, beni sevmediklerini, bana katlanmak zorunda kaldıklarını hissediyor. O an orayı terketmesem öleceğimi sanıyorum. Aşk acısı kendini hep hatırlatıyor bazen kağıt oynarken, bazen muhabbetin en koyu yerinde, bazen yüzmeye giderken, bazen ekmek alırken. İşte böyle bir çıkmaz içindeyim. Cüneyt sözlerini bitirdiğinde hepimizin gözleri dolmuştu. İnanın o zaman, inşallah Allah kimseye böyle bir aşk acısı çektirmez dedim. Cüneyt’i  kendinden çok sevdiği kadın onu sebepsizce terk etmişti. (aslında mesele bu kadar basit değil ama nasıl anlatacağımı da bilmiyorum, anlatılmaz da zaten) “Yeni bir tesadüfe ne dersin” dedim. “Benim evde, ben de yalnızım. Biraz kırmızı şarap içer kafayı dağıtırız.” “Vallahi çok güzel olur, şaraplar benden. Geçenlerde annemi ziyarete gittiğimde, Pamukkale’den almıştım” dedi. Hafta sonunda geldi. Soslu bir makarna yaptım, şarapları açtık. O gün hiç dertlerimizden bahsetmemiştik. Cüneyt oldukça neşeli biriymiş. Sabaha kadar kikirdeşdik, seviştik. Sanki belleklerimiz silinmiş, fabrika ayarlarımıza geri dönmüştük. Artık iş çıkışları ya o bana geliyor, ya ben ona gidiyordum. Birbirimize gayet iyi gelmiştik. Her buluşmamızda biraz daha rahatlıyor, yenileniyorduk. Artık terapiye de gitmemize gerek kalmamıştı. Birbirimize ilaç gibi gelmiştik. İkimizinde yaraları kabuk bağlamış, artık içimiz kan ağlamıyordu. Sabah kalktım, ağzımın içi zehir gibiydi, canım hiç bir şey istemiyordu.  Gideyim bari bir yerde bir kahve içeyim diyerek evden çıktım. Bir kafede bir fincan çay içtim 15-20 dakikada sonra çıktım, derken 5-10 dakika yürüdüm demeye kalmadı karşımda yine onu gördüm, beni görünce yine onu takip ettim zannedip çılgına dönmüştü, “bırak peşimi” diye bağırıyordu. Deliye dönmüştü. Kaldırımda ayaküstü biraz konuştuk daha doğrusu ben konuşmaya çalışıyordum, o ise deli danalar gibi bağırıyordu. İlk karşılaştığımız, ilk yollarımızın kesişme noktasındaydık. Bankamatiğe giderken tesadüfen dikkatini çektiğim genç delikanlıyı, yine o bankamatiğin önünde kaybetmiştim. Yani neticede şu an yaklaşık 6 yıllık eski sevgiliyiz. Keşke şu an evliyiz yazabilseydim ama ben bıraktım o işleri artık. (alıntı)