Zeki, 6 Aralık 1931’de, Bursa’nın Hisar semtinde Hayriye Hanım ve Kaya Bey’in tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Müren ailesi, Üsküp’ten Bursa’ya yerleşmişti. Ortapazar Caddesi’ndeki 30 numaralı ahşap evde yaşamaya başlamışlar aralarına katılan Zeki ile çekirdek aile tamamlanmıştı. Kaya Bey, İnşaat Mühendisiydi, ayrıca kereste tüccarlığı da yapıyordu. Zeki, ufak tefek, çelimsiz bir çocuktu. Hani şu bir kadının diğer kadına “Aa, sen bu çocuğu hiç yedirmiyor musun?” diye annelik mertebesinde üstünlük sağlatacak bir görünümdeydi. Ayrıca fazlasıyla da duygusaldı. Daha çocuk zamanlarından duygusallığını her durumda hissettirirdi. Zeki, eğitim hayatına Bursa Osmangazi İlkokulu’nda başladı. Zeki’nin müziğe olan yatkınlığı öğretmenlerinin de dikkatinden kaçmamıştı. Müzikli okul müsamerelerinde oynamaya başladı. İlk rolü, çobanlıktı daha sonra hep başroldeydi. Onda bir ışık vardı parlıyordu. Babası oğlunun ayrıca müzik eğitimi alması gerektiğini biliyordu. Zeki, Tamburi İzzet Gerçeker’den solfej ve sanat müziği usul dersleri aldı. Kişisel yetilerini geliştireceği becerileri için bilgilenmişti. Ortaokulu da yine Bursa’da tamamladı. 1946’da ilk bestesini yapmış gözünü daha fazlasına dikmişti.  Bundan sonrasında notalar onu İstanbul’dan çağırmaya başlamıştı. Büyük musiki üstatlarından ders almak, onları yakından dinlemek istiyordu. Bu isteğini babasıyla paylaştı Kaya Bey’in onayından geçmişti. Sadece lise hayatının değil birçok şeyin daha başlangıcıydı bu. Zeki, İstanbul Boğaziçi Lisesi’nden birincilikle mezun oldu. 1949’da lise eğitimini sürdürürken, bir yandan da sinema yönetmeni ve senaryo yazarı olan Arşavir Alyanak’ın babası ünlü Musiki Üstadı Agopos Efendi ve Udi Kirkor Efendi’den ders almaya başladı. Sonraki yıllarda Refik Fersan ve Şerif İçli’den Fasıl Musikisi, Klasik Türk Müziği makamlarında eğitim aldı. Şükrü Tunar’la da beste yapmak üzerine çalıştı. 1949’da ilk şarkısı ve akrostişi “Zehretme bana hayatı cananım”ı besteledi. İstanbul Radyosu’nda Suzan Güven, şarkıyı “Bursalı Zeki Müren’in Acemkürdi Şarkısı” anonsuyla sundu ve Zeki, henüz 17 yaşındaydı. Zeki Müren, kadife sesi, vurgulu yorumu ile insanın kulaklarının pasını siliyordu. Kendine özel zevkinden doğan gösterişli sahne kostümleriyle de adeta bir görsel şölendi. Sesi ne kadar seviliyorsa, bu gösterişi de bir o kadar beğeniliyor ve merak ediliyordu. Özel hayat denilince bahsedilen evlilik oluyor tabii. Ama o bambaşka bir adamdı. Hayatı boyunca hiç evlenmedi. Çünkü onun kalıpları, sınırları, kendini aşan bir hayatı vardı genel anlamda. Kıyafetleri, ayakkabıları, cümleleri, sahnedeki hâli tavrı, her şeyi işte, her şeyi aşıyordu. O tüm bunlarla halkının, kendi deyimiyle canından çok sevdiği biz sevgili dinleyicilerinin ilgisini hep üstünde tuttu. Zeki Müren, ilk kez 1980’de Kuşadası’nda kalp krizi geçirdi ikincisinde de 1983’te Paris’teydi. Bodrum’daki evine istirahate çekildi. Son bir kez daha konsere çıkacaktı. 1984’te geliri antik tiyatronun restorasyonuna harcanacak Bodrum Kalesi konserini verdi. Aldığı ilaçlardan sonra yıpranmaya başlamıştı kilosu da artıyordu. bir yandan kalbi yorulmuş, bir yandan da şeker hastalığı nüksetmişti. Ama o asla böyle hatırlanmak istemiyordu. O, sahnedeki parıltılı, görkemli görüntüsüyle hafızalarda yer etmeliydi. Evine kapandı ve insanlardan uzaklaştı. Her şey bir öğleden sonra Bodrum’daki evine gelen telefonla başladı arayan yardımcısıydı. “Paşam” dedi her zamanki sesiyle. “Buyurunuz efendim” dedi Paşa. Bir yandan acı içindeydi. Hastalıktan parmakları da şişmiş, hareket etmekte güçlük çeken bedeni ve ellerinin hâlsizliğiyle ahizeyi tutmak dahi yorucuydu. Dinledi, dinledikçe de yüzünün şekli değişiyordu. TRT, şahsına özel bir gece düzenlemek istiyordu. Duyduğu bu haber karşısında mutluluğu ayrı, hüznü ayrıydı sanki.