Adnan, 12 Mayıs 1934’te, Bursa Mudanya’da, Emine Hanım ve Muhsin Bey’in çocukları olarak dünyaya geldiğinde ailesi ona “Adnan Ertuğran” adını verdi. Babası Muhsin Bey, piyade albayıydı.  Önce Ankara’ya taşındılar. İki kız, iki erkek kardeşi vardı. Çocuk yaşlarını Ankara’da geçiren Adnan, ilkokula da yine burada, İsmet İnönü İlkokulu’nda başladı. Henüz okulu tamamlamamıştı ki, bu kez İstanbul’a taşındılar. Eğitimini, burada Karagümrük İlk ve Ortaokulu’nda tamamladı. Daha sonra özellikle babası, onun marangoz olmasını istedi ve bir dükkan açtı. Ama asıl yeteneği, Allah vergisi sesiydi. Atölye çalışmaları sırasında mırıldandığı şarkılar çevresindekiler tarafından beğenildikçe sesi giderek yükselmeye, kendini tanımaya başlıyordu. Çocukluktan yavaş yavaş sıyrılıp da artık kendini bulduğu sıralarda, çevresinin sesine duyduğu ilginin de etkisiyle müziğe ciddi anlamda yönelmesi gerektiğine karar verdi. Bir gün dükkanı kapatıp kaçtı. Başka türlüsünü düşünemiyordu ki, daha ilkokul sıralarından beri en büyük zevki Beyazıt’taki musiki aletleri satan mağazaların vitrinleri önünde öylece durup onları izlemekti. Zamanla uzaktan izlediği enstrümanlara, kulak kabarttığı seslere daha yakın olma şansı da yakaladı. Kapalıçarşı’daki Agop Efendi, Beyazıt’taki Zeynel Abidin, Kutmani gibi dükkanlar onu içeri davet etmişlerdi. Bir taraftan çocuk zamanlarından sıyrılırken, bir taraftan da çocuk yaşlarının anıları onu müziğe daha da yakın tutuyordu. Hayatında müzik en değerli varlığıydı. Hayata geliş sebeplerinden birini çabuk kavramıştı. İlk kez çocukluğunun herkesten gizli sokaklarında, Beyazıt’ta, Marmara Sineması sırasındaki “Aydede Bahçesi”nde halkın karşısında şarkı söyledi. Bu sahnede hep musiki sefaları yapılırdı. Söylediği şarkı, “Gelse o şuh meclise, naz-ı tegafül eylese” idi.  Kendine güveni tamdı. Hem öyle eğitimsiz de değildi, Kadri Şençalar’dan eğitim almıştı. Suzan ile tanıştıklarında Adnan, 24’ünde gencecik bir delikanlıydı ve gönlünü öyle kaptırmıştı ki, gözü hiçbir şey görmüyordu. Kendisinden 28 yaş büyük Suzan ile yaşadığı aşkı, 1961’de evlilikle taçlandırdılar. Ancak bu evlilik, 1963’te sona erdi. Sonrasında hep tanındığı gibi çapkınlığından mı, yoksa aradığını bir türlü bulamayışından mı bilinmez art arda evlilikler oldu hayatında. Suzan ile boşandıktan bir yıl sonra 1964’te, Meral Tunalı ile evlendi. Bu evlilik 4 yıl sürecek ve ona bir de Arzum adını verdikleri bir kız çocuğu getirecekti. Üçüncü evliliğini Ayten Kahraman, dördüncü evliliğini Londra’da Christine ve ardından beşinci evliliğini de 1984’te Hayal Devran ile yaptıktan sonra, ki bu evliliği sadece 6 ay sürmüştü, “Doyasıya aşkı yaşadığım son evlilik” dediği altıncı evliliğini 1990’da Lale Hanım ile yaptı. Midesinin alınmasının üzerinden bir yıl kadar geçmişti. 5 Aralık akşamı evinde fenalaştı ve ameliyatının da yapıldığı Memorial Hastanesi’ne kaldırıldı. Bir şeyler yolunda gitmiyordu ve belli ki kanser onu düşündüğünden daha çok yormuştu. Kemoterapi görmeye başlayan Adnan Şenses, tedavi gördüğü hastanede 25 Aralık 2013, saat 20.00’de hayata gözlerini kapadı. Cansız bedeni, Teşvikiye Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Daha sonra medyada karısı Lale Hanım ve ikinci karısından olan kızı Arzum ile aralarında miras kavgası çıktığı haberleri yayıldı. Bir şekilde aralarında anlaşmaya vardılar. Bu işin kuşkusuz en tatsız kısmıydı. Bir diğer haber ise, Adnan Şenses’in 2012’de katıldığı “Bir Demet Yasemin” programında vasiyetini açıklamasının gündeme gelmesi üzerineydi. Programda Yasemin Bozkurt’un, “Vasiyet yazdınız mı?” sorusunu, Adnan Şenses, yazılı bir vasiyeti olmasa da cenazesinin Roman havası eşliğinde kaldırılması istediğini söyleyerek cevaplamıştı.