Kişi aydınlık figürleri imgeleyerek değil karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir. Karanlıklar ise tatsızdırlar, tuzsuzdurlar, acıdır. Bu nedenle tercih edilmezler.

Sanatçılar o karanlıklarla ölümüne savaşabilmeyi göze alan insanlardır. Şahsi hiçbir çıkarları olmadığı gibi kendi tüm varlığını ortaya döküp üstelik de canını da ortaya koyarak uğraşırlar da uğraşırlar. Bu uğraşlarının boşuna lığına inanan en yakınlarındaki kaybederler önce. Bu bile onları durduramaz.

Sanatçıların haricinde çoğu insan kandırılmayı, gerçeği öğrenmeye tercih ederler. Oysa birçok kişinin kabul ettiği Pembe, mavi, yeşil, o insanlara o insanları kandırıp sömüren yukarılardaki birileri tarafından durmaksızın sürekli enjekte edilip durduğunu onların da çoğu bilirler. Bilirler de…

Mahrem olanlar. Karanlık olanlar. Kara olanlar. Acı olanlar bilerek ve isteyerek tercih edilip sonra da yakınılıp durulmaktadır.

“Müzik Ruhun gıdasıdır.”  Diye öğrettiler bize ta çocukluğumuzdan beri. Oysa Müziğin olduğu kadar, diğer bütün sanat ürünleri de ruhun, ruhların gıdasıdır. Bu bize öğretilenin doğrusu “Sanatlar Ruhun gıdasıdır.” olmalıdır. Ruh hastaysa bedenin hasta olması doğaldır.  Yoksa o hiç uğruna kavgalar, o öldürmeler, o intiharlar, o çalıp çırpmalar. o doyumsuzluklar, o hırslar o bencillikler nasıl açıklanırlar ki?

Yaratım Frekansında olağanüstülük ve mükemmellikle yılların birikimi birleşe birleşe ortaya çıkar bir sanat eseri.  Sanatla uğraşan usta insanların yarattıkları o muhteşem sanat eserleri her ne kadar bir kişi tarafından vücuda getirilip yaratılsalar da asla bir tek kişinin sanat eseri değildirler. Onlar insanların, hatta insanlığın ortak malıdırlar. Tama düşüncelerinden imbikle süzülüp sanatçının emeğiyle yoğurulmuşlardır bu doğrudur ama Kendilerinden belki de onlarca kuşak öncesinin sanat tekniklerini kullandıkları da birer gerçektir. Onlar bir mirasa konmuşlardır. Ve yine onlar bu sanat eserlerini tüm insanlığa miras olarak bırakmaktadırlar.

Şöyle de düşünülebilir. Sanatçılar yaratıcının iradesini gerçekleştiren elçiler, yaratıcılar ya da bir nevi tanrıyla bir ya da birkaç eserle birleşen, birleşebilen insanlardır. İşte tam da bu nedenle Tanrının hizmet bilinciyle gerçekleştirmektir sanat eseri yaratmak. İşte sanat, doğal olarak cennette yasak meyveyi yiyerek tanrıya bile isyan eden bir soydan gelen birçoğu inana ters gelmektedir. Oysa zamanı gelmiştir. İnsan oğlunun biri Elektriği bulmuştur. Zamanı gelmiştir. Uçağı bulup uçmuşlardır insanlar. Zamanı gelmiştir Mustafa Kemal Atatürk Hiç abartısız yedi düvelle savaşıp onları savaş sanatının en ince ayrıntılarını kullanarak yenmeyi ve yepyeni bir Türk devletini kurmayı başarmıştır. Zamanı gelmiştir insanlar “Aya” ayak basmışlardır. Bunların, hepsi de birer sanat eseridir bilip anlayana.

“Aşk” sana nasıl sorulu ki?

Sanat biraz da yaptığın işe aşık olmakla eş değerdedir.

Evet, insan yaptığı işi aşkla sevgiyle yapınca sanat eseri bir tabloya dönüşüveriyor hayat.

Biraz orasını, biraz şurasını seveyim le olmaz zaten aşk. Parça parça, bölük bölük, olmaz. Ya heptir ya da hiç. Bu   bu kadar, basit. Sanat da ya vardır ya yoktur. Azıcık sanatla sanat olmaz.

Aşk’ı öldürecek, sanattaki bütünlüğü öldürecek bir ölüm, daha anasından doğmamıştır.  Dünyamızda, inançlarımıza göre en güzel, en kutsal, en değerli yaratılmış insandır. Yeryüzündeki bütün insanlar yaratıcının tek tek halifesidirler…

“Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldular. Hikmeti bilinmezliği değil. Oysa bilgi mazidir. Hikmet ve bilinmezlik ise gelecektir.” Demektedir bir kızılderli atasözü.  Geleceği aramanın esas olması gerektiğinin altını çizmektedir. Ki sanatçılar da yam da işte bunu yapaktadırlar.

“Aşkı öldürecek, öldürebilecek bir ölüm var mı?” diye, sormuştum az önceki bir paragraf da.

Paylaşımlar var örneğin. Bir yanda aç olanlar öbür taraf da çalıp çırpıp, Yandaşlık yapıp birdenbire zengin olup rab bana hep bana cılar var. Öyle ki: Sanki insan değilmiş gibi o insanlar.

Sözünü etmeye değmez ama: “İşinin doğru yapılmasını istiyorsan o konudaki en meşgul adama yaptır.” Derlerdi eski insanlarımız. Neden?

“Oramı doyur, orama buyur. “söylemlerini söyletenler var. “Erkeğin Güzeli Un çuvalıdır.” diyen insanlar. Yalanların vardığı noktayı en güzel anlatıveren.

Nabız 65, 70, 75, 85, 100… Kalbim fırlayıverip çıkar gider mi yerinden?

Basit bir sözcüğü herhangi bir insana, her söyleyişinizde ayrı bir tonda, ayrı bir vurguyla söylerseniz eğer onun o sözcüğü ayrı ayrı anlamlarda anladığını göreceksiniz bir üre sonra.

Unutmamak lazım ki bazı tesadüfler vardır. Bir şey yok olup giderken, onların yok olması o kadar ayan beyan göz önünde olmasına rağmen görülmezler bazı gözlerce. Tıpkı o anda yeni yepyeni bir şeylerin de görülemediği gibi.

İşte dört gözün arasından durmaksızın akıp duran milyonlarca, sinyalin, sesin, görüntünün o dört gözden birinin bile görmemesi gibi evrilip duruyorken, hayattan bir sanatçı Radyoyu yaratarak sesleri, Televizyonu yaparak görüntüleri yakalayıvermiştir insanlığa.

Galiba birazcık anlamışsınızdır! Sanatçıların ne olup ne kadar gerekli olduklarını…