Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Atatürk’e göre “Laiklik” yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir. Laik idarede din asla devlet işlerine karışmaz. Yıl 1926. Atatürk, “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse, hiçbir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman, siyaset aracı olarak kullanılamaz. Din bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece, din işlerini devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz” dedi. Buna dinciler tepki gösterdi. Atatürk, bu zihniyetle mücadelesini uzun süre sürdürdü. Yıl 1930 Atatürk, “Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir” demişti ve din, devlet işlerini birbirinden tamamen ayırdı. Çünkü Atatürk, din ve devlet işlerinin karışmasının devlete zarar vereceğini biliyordu. Yıllarca din ve devlet işleri birbirinden ayrı şekilde devam etti. Daha sonra ne oldu bilinmez bir anda dinciler devletin her bir köşesini ele geçirdi. Dini kullanarak, istedikleri gibi at koşturur hale geldiler. Hatta bunun en büyük örneği Fettullah Gülen’dir. 2017 yılında yaptığı darbe girişimi ile bu gizli örgüt gün yüzüne çıktı. Hoş bunlara devlet kapılarını açanlar da devlet büyükleri değil miydi? Google’ye tarikat ve bakan yazdığınızda neredeyse bütün bakanların bir cemaat veya tarikata üye olduğunu görmemiz zor değil. Gazeteciler Barış Terkoğlu ile Barış Pehlivan’ın yazdığı kitapta çok güzel ve çarpıcı bir soru vardı “FETÖ’den boşalan yerlere kim geldi?” diye. Bence sorulması gereken en önemli sorulardan birisi bu. Birçok tarikatın ve cemaatin adı geçiyor. Bunlara da Google’den rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Bakanları incelemenizi tavsiye ederim.

İngiliz yatırım bankacısı Lord Jacob Rothschild şöyle bir cümle kuruyor: “Fakirler bir gün cennetin olmadığını öğrenirse, bu dünyayı idare edemeyiz.” Dini kullanarak halktan istediğini alanların ve çalanların günümüzde de sayısı hiçte az değil. Bu tarz dini kullanan insanlar bir tek dini değil, sözde din için çalışan insanları da kullanıyorlar. Biri vaaz ver diyor veriyorlar, Atatürk’e hakaret et diyor hakaret ediyorlar. Sözde dini temsil eden ve devletin din işlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanının gerçek görevi insanları birleştirmekken, o zırhlı araçlarla gezmeyi tercih ediyor. Atatürk’e hakaret edip, “Kızlar 9, erkekler 12 yaşında buluğ çağına girer” ve “Buluğ çağına giren kişiler evlenebilir” cümlelerini kuruyor. Bir tek bu da olsa iyi elinizin altında Google var. Açın bakın daha neler neler söylüyor?

Tabi halk arasında ‘Baş nereye giderse ayaklarda oraya gider’ diye bir söz var. Bakın baş böyle olunca ayaklar ne diyor:

Cübbeli Ahmet Hoca “Ekonomik krizin sebebi namaz kılmayanlar.” Din Görevlileri Birliği Derneği “İsmini cehennemdeki ağaçtan alıyor’ diyerek Zakkum Grubu’nun konserinin iptal edilmesini istedi. Cerrahi Tarikatı’nın Lideri Ömer Tuğrul, “Hamile kadın sokağa çıkmasın.” Cami imamı Mehmet Şükrü Dörtdudak, “Çocuğun kolu, göğsü, her tarafı açık. Ondan sonra pedofili suçtur” dedi ve serbest bırakıldı.  Yine bir imam “Müzik ve müzik aletleri şeytanidir. İnsanı zinaya çağırır.” Dedik ya baş nereye giderse, ayakta oraya gider. Devlet yetkilileri böyleyken imamların bunları söylemesi garip gelmeliyken, artık garip gelmiyor.

Şimdi 1926 yılında Atatürk’ün söylediği sözün neden söylendiğini daha iyi anlıyorum. İslamiyet gerçekten böyleydi de biz mi göremedik? Yoksa bize İslamiyet’i öğretmek için görevlendirilen insanlar dini kendi çıkarları için mi kullanıyor? Laiklik yolundan ayrılalı çok oldu farkındayım. Ancak bu kadar da yobaz olmanın ne anlamı var?