Hukuk fakültesini yeni bitiren Kovalev”le genç karısı arabaya binip yola düştüklerinde saat daha sabahın altısı bile olmamıştı. Köye gidiyorlardı. Ömürlerinde hiç erken kalkmamışlardı ve şimdi durgun bir yaz sabahının güzelliği, ancak masallarda karşılaşılabilecek olağanüstü hoş bir şeymiş gibi geliyordu onlara. Yeşillerle bezenmiş, elmas çiğ tanecikleriyle kaplı toprağın göze hoş gelen, mutlu bir görünümü vardı. Güneş ışınları, parlak gölgeler yaparak ormanın koyuluğunda uzanıyor, pırıl pırıl nehirde titreşiyorlardı. Olağanüstü mavi ve berrak havada öyle bir tazelik vardı ki, sanki doğa, banyodan çıkmış da daha bir genç ve sağlıklı olmuştu. Sonraları kendilerinin de söyledikleri gibi, bu sabah Kovalev’lerin … hayatlarının, en mutlu sabahı olmuştu. Hiç susmadan gevezelik ediyor, şarkı söylüyor, nedensiz yere kahkahalar atıyorlardı. Sonunda çocukluğu öylesine ileri götürdüler ki, arabacıdan bile utandılar. Mutluluk yalnız o anda ‘değil, gelecek yaşantılarında da gülümsüyordu onlara: evlenmeye karar verdikleri günden beri hayal ettikleri çiftliği, küçücük şirin çiftliklerini görmeye gidiyorlardı. Gelecek, ikisine de parlak umutlar vermekteydi. Erkeğe, toprakla uğraşı, bilimsel tarım çalışmaları, el emeğinin karşılığını görmek, kitaplarda okuduğu, dinlediği onca mutluluklar göz kırpıyordu. Kadınınsa işin romantik yanı başını döndürüyordu: yarı karanlık park yollarında kol kola dolaşmalar, oltayla balık avlamak, hoş kokulu geceler. Bilirim işte! Faizi ödeyemiyormuş beyefendi. İki bin rubleyi böyle bir çiftlikten nasıl çıkaramaz insan! Bilimsel bir tarımcılık yapsaydı… toprağı gübrelese, hayvancılığa hakkını verseydi… iklim koşullarını, ekonomik durumu iyi hesap etseydi bu parayı bir dönümden bile çıkarması işten değildi! Yol boyunca hep konuştu Kovalev. Karısı dinliyor, her söylediğinin doğru olduğuna bütün kalbiyle inanıyordu. Ama sabahki neşesini bir türlü bulamadı. Mihaylov’un soğuk gülümsemesiyle pencerede bir an görünüp kaybolan ağlamaktan şişmiş bir çift iri göz aklından çıkmıyordu. Birkaç gidip gelmeden sonra kocası onun drahomasıyla Mihaylova çiftliğini satın alınca üzüntüsü bir kat daha arttı… Mihaylov’un ailesiyle birlikte arabaya binip bunca yıl yaşadıkları yuvalarını ağlayarak bırakıp gidişlerini görür gibi oluyordu hep. Hüznü ve insanî yanı derinleştikçe gözünde kocası değerini yitiriyordu: Kendine aşırı bir güvenle akla yatkın tarımdan söz ediyor, sürüyle kitap ve dergi getirtiyor, Mihaylov’un işbilmezliğiyle alay ediyordu. Tarımcılık üzerine konuşmaları, sonunda düşüncesiz, sıkılmak bilmez bir övünme alışkanlığı olup çıktı. Göreceksin! diyordu, Mihaylov değilim ben, bu işin nasıl yapılacağını herkese göstereceğim! Göreceksin! Kovalev’ler, Mihaylov’lardan boşalan çiftliğe geldiklerinde Veroçka’nın gözüne ilk çarpan şunlar oldu: Çocuk eliyle yazıldığı belli ders notları, başı kopmuş bir oyuncak bebek, yerdeki ekmek kırıntılarını gagalayan bir arı kuşu ve duvarda tebeşirle ‘Pis Nataşa’ yazısı… Başkalarının derdini unutabilmek için çok şeyi boyamak, değiştirmek ya da kırmak gerekecekti… 1886