Sevgili okurlarım. Bugün size çok sevdiğim yazarlardan biri olan Sabahattin Ali’den bir hikaye anlatacağım. Sabahattin Ali’nin her yazdığı güzeldir. Ancak bu yazısı beni başka bir etkiler. İki jandarma İdris’i aralarına almış götürüyorlardı. İdris ayaklarına basamayacak haldeydi. Jandarmalar çok dövmüşlerdi, fakat seke seke yürümeye çalışıyordu. Bayram namazında İmamköy Camii’ni bastığını ve orada namaz kılanları soyduğunu en nihayet itiraf etmişti. Halbuki böyle bir şeyden haberi bile yoktu. Ne çare?.. Dayak bu… Her şeyi söyletir. En aşağı yedi sene yiyecekti. Seke seke yürüyor, ara sıra ayağı bir taşa takılıp sendeledikçe jandarmaların birisi koluna yapışıyordu. Biraz yürüdükten sonra kendisine bir de sigara verdiler. Bunlar da aslında fena adamlar değildi. Fakat ne yapsınlar, vazife… Takibe çıkarken, “faili bulmadan gelirseniz gözüme görünmeyin!” diye yüzbaşı sıkı sıkı emirler vermişti. Köyü soyan çoktan kirişi kırmış olacağı için, ne yapıp yapıp fail bulmak lazımdı. İdris de zaten kaç senedir buralarda serseri serseri dolaşıyor, bin bir türlü dalaverelere girip çıkıyordu. Birkaç kere de sigara kâğıdı ve çakmaktaşı satarken yakalanmıştı. Asıl mühimi, köylü kendisinden şikâyetçiydi. İlk zamanlarda rahmetli babasının -babası köyün imamıydı- hatırını sayanlar bile onun bu hallerini görünce kaybolmasını istemeye başladılar. İdris köyde kaldıkça jandarmanın ayağı kesilmeyecekti. Bunun için jandarmalar İdris’i yakalayınca, muhtarla köy bakkalı, İdris’i vakadan bir gün evvel İmamköy tarafına giderken gördüklerini söylediler. Bu kadarı yeterdi. Üst tarafını jandarmalar söylettiler. İdris İmamköy Camii’ni bayram namazında nasıl soyduğunu anlattı. Şimdi İmamköyü’ne gidiyorlardı. İdris düşünüyordu adamakıllı dalmıştı. Bu dakikada aklında, ne yediği dayak ne de yiyeceği yedi sene vardı. Onun zihnini büsbütün başka bir şey, başka bir düşünce dolduruyordu. Bu düşünce ona dayaktan ve hapisten daha acı geliyordu. Fazla işlemeye alışmamış olan kafası bir çare arıyor, bulamıyor, sıkıntısını, dışarıya fırlayan gözlerinde, yüzünün birbirine karışan sinirlerinde gösteriyordu. Düşündüğü şey şuydu: İdris dayak yerken, köyü soyduğunu söylemişti. İş bu kadarla bitmiyordu. Deliller de lazımdı. Bunun için paraları ve gümüş saatleri nereye koyduğunu söylemek icap ediyordu. Ne parası? Ne gümüş saati… Hatta ne soygunu?.. Fakat söylemek lazımdı… Sopa, dipçik ve tekme dayanılır gibi değildi. Beyni kafasından fırlayacak gibi oluyordu: Ne söylesin? “İmamköyü’nü ben soydum!” demek kolay… Fakat paralarla gümüş saatleri meydana çıkarmak zor. Hem çok zor. Değnekler, tekmeler, dipçikler kalkıp iniyordu. Bayılacak gibi oldu. Gözleri karardı. Elini hafifçe kaldırdı: “Diyivereceğim!” dedi. Jandarmalar bıraktılar. Yüzüne su serptiler. Bir sigara verdiler. O zaman İdris ilk aklına gelen ismi söyledi: “Paralar İmamköyü’nde kahveci Süleyman Ağa’da!” dedi. Dayak kesilmişti. İdris’in de o zaman düşündüğü yalnız buydu. Fakat İmamköyü’ne doğru yola çıkınca büsbütün başka şeyler düşünmeye başladı. “Yandı garip Süleyman Ağa!” dedi. Süleyman Ağa, kendi köyünde olsun, İmamköyü’nde olsun, ona hâlâ yardım eden bir tek kişiydi. Kahvesinde yatacak yer verir, ona nasihat falan ederdi. Aksakallı ihtiyarın, sakallarından yaşlar akarak ağladığını görür gibi oldu. İhtiyarın iki kat olmuş beline tekmelerin, dipçiklerin indiğini görür gibi oldu. Beyaz, gür kaşların altında, feri kaçıp dışarı fırlayan iki gözün kendisine dikildiğini, “beğendin mi ettiğini, İdris!” demek isteyerek baktığını görür gibi oldu. İdris sigarayı göbeğinin üzerinde sallanan kelepçeli elleriyle yakalayarak ağzına götürdü. Sıkı sıkı bir iki nefes çekti. Bir sıçradı, hendeğin öbür tarafına atladı, düştü, tekrar kalkarak fundalıkta koşmaya başladı. Candarmalar “şırrak” diye mekanizmaları açıp kapadılar, ondan sonra iki tok ses… Havada kısa ve keskin bir vınlama oldu, İdris olduğu yere yıkıldı. Candarmalar yanına koştular. Ağzından ince bir çizgi halinde kan geliyordu. Gözlerini açtı: “Süleyman Ağa’nın bir şeyden haberi yok…” dedi. Başı yana düştü. Ağzından tekrar ve çok kan geldi. Tekrar gözlerini açarak: “Benim de…” dedi. Gözlerini bir daha kapayamadan hafifçe gerildi. Olduğu yerde dimdik kaldı.