Bir adam, kuzey Alabama’da bir demiryolu köprüsünün üstünde
durmuş, beş altı metre kadar aşağıda hızla akan suya bakıyor. Elleri arkasında,
bilekleri bir sicimle bağlı. Boynuna sımsıkı bir ip geçirilmiş. İp başının
yukarısındaki sağlam payandaya bağlanmış, sarkan ucu ise dizlerine kadar
iniyor. Adam ve cellatları sivil hayatta şerif yardımcılığı yapmış olabilecek
bir çavuşun komutasındaki iki Federal ordu askeri demiryolunun raylarına destek
veren traverslerin üstüne serilmiş birkaç oynak kalasın üstünde duruyorlar.
Geçici olarak yerleştirilmiş bu platformun az ötesinde, üniformasından yüzbaşı
olduğu anlaşılan bir subay, belinde kılıcı, dikiliyor. Köprünün iki ucunda
birer nöbetçi ellerinde tüfekleriyle “destek” pozisyonunda duruyorlar yani
tüfeklerini sol omuzlarının önünde dikey tutmuşlar, dipçikler önkollarına
dayalı, eller göğüste bedeni dik durmaya zorlayan, yönetmeliğe uygun ama
doğaya uygun olmayan bir duruş. Belli ki, biraz daha uzakta bir ileri karakol
var. Nehrin karşı yakası açık bir alan tatlı bir eğimle yükselen bayırın
tepesinde tüfekler için mazgal delikleri açılmış, dik kazıklardan oluşan bir
tahta perdenin mazgallarından birinden de köprüye hâkim bir pirinç topun namlu
ağzı çıkıyor. Bayırın yarı yolunda köprü ile müstahkem mevki arasında
izleyiciler var bir hizada “rahat”a geçmiş bir piyade bölüğü tüfeklerinin
dipçikleri yerde, namlular hafifçe geriye doğru sağ omuzda, eller kundakta
bitişmiş. Sıranın sağında bir teğmen duruyor, kılıcının ucu yerde, sol eli sağ elinin
üstünde. Hazırlıklar tamamlanınca, iki er kenara çekildi ve her biri üstünde
durduğu kalası geri çekti. Çavuş yüzbaşıya dönüp selam verdi ve hemen onun
arkasına geçti yüzbaşı da bir adım yana çekildi. Böylece, çavuş ile idamlık,
köprünün üç traversinin üstünden geçen aynı kalasın iki ucunda kaldılar.
Böylece infaz basit ve etkili bir biçimde yerine getirilmiş olacaktı. İdamlığın
yüzü örtülmediği gibi gözleri de kapatılmamıştı. Bir an ayağının altındaki
oynak kalasa baktı, sonra ayaklarının altında delice akan nehrin burgaçlarına
bir göz attı. Peyton Fahrquhar köprüden aşağı düşerken bayıldı, ölüden farkı
kalmadı. Gırtlağındaki ağır bir baskının acısını izleyen bir boğulma hissiyle
sanki asırlar sonra kendine geldi. Ensesinden başlayan keskin, şiddetli sancılar
vücudunun, kolları ve bacaklarının her bir dokusuna kadar iniyordu sanki.
Bedeninde dallanıp budaklanarak inanılmaz hızlı aralıklarla gelip gidiyorlardı.
Ona dayanılmaz bir sıcaklık veren titrek alev ırmakları gibiydiler. Kafasında
ise bir doluluk, yoğunluk hissinden başka hiçbir şey yoktu. Hissediyor, ama
düşünemiyordu. Düşünme yetisi çoktan silinip gitmişti yalnızca hissedebiliyor,
hissetmek de azap veriyordu. Hareketlerin
ayırdındaydı. Parlak bir bulutun kuşattığı, cisimden yoksun, alev alev yanan
bir yürekten başka bir şey değildi, salınımın akla hayale sığmaz burgaçlarında
kocaman bir sarkaç gibi bir oraya bir buraya savruluyordu. Boynu korkunç
ağrıyordu, beyni yangın yeriydi kuş gibi çırpınan yüreği ileri atılarak
ağzından dışarı fırlamaya çalışıyordu. Tüm bedeni dayanılmaz bir acı içinde
kasılıp kıvranıyordu! Ama asi elleri komutu yerine getirmiyordu. Suyu çabuk
çabuk aşağı doğru iterek var güçleriyle yüzeye çıkmaya zorluyorlardı onu.
Başının suyun üstüne çıktığını duyumsadı gün ışığı gözlerini kör etti göğsü
kasılarak genişledi, ciğerlerinin son ve çok şiddetli bir acıyla içine çektiği
havayı bir çığlık atarak anında dışarı boşalttı. Şimdi gözlerinin önüne bir
başka sahnenin geldiğine bakılırsa, onca acısına karşın yürürken uykuya
dalmıştı – belki de hâlâ bir sabuklamanın içindeydi. Evinin bahçe kapısının
önünde duruyor. Her şey bıraktığı gibi, sabah ışığında her şey pırıl pırıl ve
çok güzel. Bütün gece yürümüş olmalı. Kapıyı itip açıyor, beyaz bahçe yolunu
geçerken bir kadın giysisinin eteklerinin uçuştuğunu görüyor hayat dolu, edalı
ve güzel karısı onu karşılamak için verandadan iniyor. Merdivenlerin dibinde,
tarifsiz bir sevinçle gülümseyerek, benzersiz bir zarafet ve vakarla durup
bekliyor. Ah, o kadar güzel ki! Fahrquhar kollarını uzatarak atılıyor. Tam
karısını kucaklayacakken ensesinde afallatıcı bir darbe hissediyor çevresinde
kör edici beyaz bir ışık top patlamış gibi parlıyor – sonra her şey karanlığa
ve sessizliğe bürünüyor. Peyton Fahrquhar ölmüştü boynu kırılmış gövdesi Owl Creek köprüsünün kalaslarının
altında bir o yana bir bu yana ağır ağır sallanıyordu.