Erendiz ATASÜ’nün “Dullara Yas Yakışır” adlı bir öykü kitabı vardır. Yazımın başlığının fikir kaynağı oradan geliyor. Kitap hakkında yorum yazmayacağım ancak bu öykü kitabını okumanızı ayrıca tavsiye ederim.

Evlilik resmi nikâhla birlikte, belediye başkanının, nikâh memuruna verdiği yetkiye dayanarak “iyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta…” diye resmi olarak başlayan ikili ve gönüllü anlaşmadır. Evlilik bir ömür boyu aynı yastıkta ‘kocamak’ dilekleriyle de yapıcı ve kalıcı hale getirilmek istenen bir müessesedir.

Düğünler yapılır. Eğlenceler, şenlikler şehirde farklı, köyde farklıdır. Üç gün üç gece düğün tertip edilir. Davullar zurnalar çaldırılır. Halaylar çekilir. Düğünler, ne kadar uzun olursa ve meydanlar/düğün salonları ne kadar kalabalık olursa o denli mutlu olur çiftler. Mutluluk paylaşıldıkça, suya atılan taş gibi dalga dalga artar.

Başlangıçlar güzeldir, sevindiricidir, umut vaat eder…

İşler her zaman istenildiği gibi gitmez. Bir yerde tren raydan çıkar. O zaman eşler oturur ve daha fazla yıpranmadan ve yıpratmadan kendileri için bir eziyet haline dönüşen evlilik ilişkisinden kurtulmanın yollarını ararlar. Mantıklı ve bilinçli iki çift zararın neresinden dönülürün hesabını yaptıktan ayrı ayrı yollarına devam kararı alırlar.

Muhteşem törenlerle, yüzlerce/binlerce davetlilerin katıldığı merasimlerle gerçekleşen evlilikler, işi düşmeyen kimsenin dolaşmadığı, yüzlerin gülmediği sert mahkeme duvarları arasında sessiz sedasız sonlandırılır.

Gülüp oynayarak, sabahlara kadar halaylar çekilerek başlarını dik tutarak evlenip kalabalıklar tarafından sırtları yumruklanarak zifaf odasına yollanan çiftler, başları yere yıkılmış, gözleri yorgun ayrı ayrı yönlere doğru çıkarlar mahkeme salonlarından.

İstatistikler dünya genelinde boşanma oranlarında artış olduğunu söylüyor. Bu artıştan ülkemiz çiftleri de nasiplerini alıyorlar. Kültürel farklılıklar boşanmaları karşılama ve göğüsleme davranışlarında da farklılıklara yol açmaktadır. Üzücü ve tüketici süreçleri olan bir bitişin sonuçları doğal olarak farklı olacaktır.

Bu sözlerime tezat bir örnek:

Çok sevdiğimiz ve ülke olarak hayranlık duyduğumuz Japonlarla ilgili bir haber: ”Japonya’da boşanan çiftler arasında yeni trend, birlikte evliliğe veda partisi vermek. Törenlerde, çiftler resmen boşandıktan sonra arkadaşlarını da davet ettikleri bir partide birlikte alyanslarını parçalıyor. Bir tokmakla yüzüklerini ezen çiftler gece boyu bekâr hayata dönüşlerini kutluyor.”

Önce Japonların hakkını teslim edelim. Başlarına yedikleri devasa atom bombalarından sonra yerle yeksan olup ekonomi, teknoloji gibi alanlarda dünyada bir numara olmayı başardılar. Küçük dev insanları tebrik ediyoruz. Gazeteye konu olan haber için ise diyecek bir şey bulamıyorum.

Baştan kabul ediyorum hiç de bize uyacak bir davranış biçimi gibi gözükmüyor. Bizler çok şatafatlı törenlerle gerçekleştirdiğimiz evliliğimizi bitirdikten sonra suçluluk psikolojisi ile boşandığımızı/dulluğumuzu özellikle de ilk zamanlar saklamaya ya da yok saymaya başlıyoruz.

Her boşanma örneğinde bunlar oluyor diye değil ama son zamanlarda artan kadın cinayetlerinin haber detaylarında eşlerin boşandıkları vurgusu yapılmaktadır. Boşanan çiftlerin birbirine mazur gördüğü bu caniliklere bir anlam verilemez.

İyi günde, kötü günde hastalıkta, sağlıkta diye başlanan evliliklerin boşanan taraflarından daha çok erkeğin hangi akla hizmet olduğu anlaşılmayan “namus” kaygısı ile eşini öldürdüğünü görüyoruz.

Kadın cinayet haberlerinde boşandığı eşini öldüren erkeklerin, boşanma olgusunu kadınlar kadar hazmettiklerini söylemek doğru olmaz. Eşler arasında ilişki yasal olarak sonlandırıldıktan sonra dahi erkek, eski eşi üzerinde hak sahibi olduğunu iddia ederek eşinin hayatını yönlendirme peşinde koşmaktadır. Kadının bir yerde çalışmaya başlaması, kendi ayakları üzerinde durabiliyor oluşu erkek tarafından neden kabullenilemiyor? Son zamanların reyting alan dizilerinden olan “Öyle Bir Geçen Zaman ki” adlı yapımda boşanan eşin başına gelenler işlenmektedir. Evlilik birliği içinde şiddet gören eş, evlilik birliği sona erdikten sonra da şiddet görmeye devam etmektedir. Yine diziye konu olan eski eşe tecavüz olaylarına gerçek hayatta sıkça rastlanmakta hatta daha ileri gidilerek kadınlar boşandıkları eşleri tarafından cinayete kurban edilmektedir.

Japonya örneğinde olduğu gibi çağcıl ve anlayışlı olunamayabilir. Eşler törenlerle başlattıkları evlilikleri yine törenlerle bitiremeyebilir. Ancak ülkemizde hala kadın üzerinde tahakküm kurmaya devam edeceğini sanan ve eski eşinin hayatını zindana çeviren erkeklerin yaptıkları da kabul edilecek türden değildir. Eski eşini ölüme mahkûm edenlere, dul kalan eşlerine ölümü yakıştıranlara verilecek cezalar en ağırından olmalı ki bir nesil sonra bu canice davranışın değişmesinin alt yapısı oluşturulsun.

Eşler, evliliğin iyi günlerinde bonkörce savurduğu birlik/beraberlik ve dayanışma duygusunu, asıl ihtiyaçları olan boşanma gibi kötü günlerde neden birbirlerinden esirgerler? Anlaşılır gibi değil…

 

 

İLYAS ALİ DAŞTAN