Yine her zamanki gibi efkar dağıttıktan sonra meyhanenin her ne kadar istemesem de her gece beni mıknatıs gibi çeken kapısından çıktım. Yağmur oluk oluk yağıyor. Meyhanenin içerisi ayrı bir fırtına, dışarısı başka bir fırtına. İki fırtına arasında kah batıyorum kah çıkıyorum. İç fırtınalarımda yüreğim dağlanıyor her kadehte. Dış fırtınada ise bedenim yekpare olmuş, rüzgardaki yaprak gibi bir oradan bir buraya savruluyorum. Her gece efkar dağıtırken daha da fırtınanın ortasına dalıyor battıkça batıyorum. İçim kalbim, ciğerlerim her defasında biraz daha kirleniyor. Gök hiddetlenmiş, bütün suyunu dünyaya indiriyor. Sanki bana kızmış meyhaneden çıkar çıkmaz rüzgarla bir olup beni hırpalıyor. Sarhoşum fakat ne sarhoşuyum? İçkinin mi günahların altında kalmışlığın ezikliğinin mi ya da her gece tövbe edip tekrar lanet içkiye dönmenin umutsuzluğu mu bilmiyorum. Sendeleyerek düşe kalka ilerliyorum. Rüzgar yüzüme tokat vururcasına, kalçama tekme atarcasına çok sert esiyor. Yüzüm gözüm acıdan mosmor kesildi. Rüzgarın tekmesinden düşmekten de bir hal oldum. Tekmeyi rüzgar mı vuruyor yoksa felek mi vuruyor bilmiyorum. Her düşüşümde üzerim çamur haline geliyor. Kalktığımda da yağmur suları çamurları temizliyor. Elbisem sularla ıslanıyor temizleniyor. Yağmura rahmet dedikleri kadar var. Her kiri toprağı yolları bedenleri temizliyor. Oysa içime akıttığım aslan suyu ve arpa suyu temizlemek yerine kalbimi bedenimin içini daha da kirletiyor, bataklığına çekiyor. Gök gürüldüyor. Şimşekler çakıyor. Yağmur tüm vücudumu elbisemi ıslatıyor. Gözyaşlarım yağmurla karışmış elbiselerimden yere damlıyor şıpır şıpır. Ah şu gözyaşlarımın aktığı gibi günahlarım da aksa. Temizlensem dupduru bir insan olsam. Her çakan şimşek kalbime çakıyor her düşen yıldırım ciğerime saplanıyor. Sesleri kulaklarımı çınlatıyor. Beni daha da karanlığa itiyor Bundan hep kurtulmak istiyorum. Her gece sarhoş halimle fakat ayık ruhumla yalvararak, umarcasına halime acıyarak Allah’tan medet istiyorum ’’medet Ya Rab’’ diyerek inliyorum. İşte tam bu esnada bir ses duyuyorum. Lahuti sesiyle kendine çekiyor. İnsanın içini sımsıcak sarıyor. Kalbine ılık ılık akıyor. Bu seste bir davet var hayata, kurtuluşa, arayışlarımıza, kendimize, özümüze. O müşfik ses, beni cazibesine alarak geldiği yöne doğru çekiyor. Yağmur damla damla akıp bedenimi üşütürken o müreffeh ses kulaklarımdan kalbime ahenk ahenk akıp sızlayan kalbimi ısıttı. O müşfik, o müreffeh ses içimde kopan fırtınaları dindirmeye, şimşek kıvılcımlarından yanan kalbimi söndürmeye çağıran ve her gün beş defa huzura davet eden kulaklarımızın pasını silen ezandan başkası değildi. O sesi duyar duymaz yağmur, fırtına dindi. Hayır bu fırtına içimdeki çalkantıların, haykırışların fırtınası idi. Yine o ses gecenin ve yüreğimin zifiri karanlığını boğdu. Ayaklarım yerden kesilmiş boşluktayım adeta bir nur deryasında yüzüyorum. Gözlerim kapalı ezanın sesine kendimi kaptırmış bulutların üstünde uçuyordum. Birden kendimi caminin kapısında buldum. Buraya nasıl geldim onu sormayın. Fakat elim bir türlü varmıyor kapıyı açmaya. Yine de günahkar ellerim titrek titrek kapının kulpunu çevirerek açtı. Şimdi içerideyim yarı ürkek yarı tedirginim bir günahkarı cami kabul eder mi diye. Mahcup, boynum bükük, af dilercesine umutsuz bir haldeyken Kur’an kulağıma fısıldadı: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer suresi  53. Ayet) Bu fısıltı kalbimin ve yüreğimin karanlıklarını fişek parıltısıyla delip geçti. Ümitsizliğim bir anda umuda döndü. Hemen secdeye kapandım. “Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise secdede duayı çok yapın.” (Müslim, Salât 215, (482) Ebû Dâ-vud, Salât 152.) Hıçkırıklar, gözyaşları ve tövbe… cami bir rahmet denizine dönüştü. Her bir gözyaşı ile ruhumdan sökülen günahlarım. Allah’ın Tevvab (tövbeleri kabul eden) ismine sığınarak yüzlerce binlerce tövbe ettim. Caminin o engin ruh dinginliğinde günahlardan arınmanın ümidiyle huzura kavuştum. Evet, işte gerçek huzur. Dünyanın bütün kargaşalarından, koşuşturmalarından bunalmış insanın aradığı mutluluk, iç dinginlik sadece ve sadece camide. Mevlana’nın dediği gibi ne olursan ol gel. Yeter ki cami ye gel. Yaratana samimiyetle ellerini aç dua ve tövbe et. Huzura kavuş ilelebet. İşte, camideyim ve cemaatle omuz omuza kılınan sabah namazından sonra Rabbimize açılan ellerimiz ve dualarımız birbirine karışmış tam cemaat şuuru yaşıyoruz. Namaz bitti. Artık camiden ayrılma zamanı geldi. Mahcup, tedirgin bir halde girerken sevinç ve üzüntünün karışımı bir halde çıkıyorum. Günahlarımdan arınmanın umudunun saadeti, insanın içine sükunet veren camiden ayrılmanın acısını yüreğimde hissederek çıkıyorum. Fakat o müşfik ve müreffeh ezanın her davetinde gelmenin sözüyle ayrılıyorum. O da ne dışarıda fırtına yağmur dinmiş. Ortalık sütlimana dönmüş. Yoksa içimdeki çalkantıların, depreşmelerin, feryatların dışa yansıması mıydı? Neyse beni bekleyen yeni bir gün yeni bir hayat.