Koyunlara kaval çalmak da bir sanat mıdır?

Ormanda ağaçlara konser vermek sanatçının işi midir?

Kağıdı kendisinden yapılan ağaçlara süslü süslü kitapları asarsak ne olur?

Ağaç kaşıkla tutulan tempolar.

Varillerle, tenekelerle, taşlarla, Ölmüş hayvan derileriyle, iki kuru dalla.

Koca koca Viyolensel’ lerle Bilmem kaç oktavlı Piyanolarla.

Cümbüşle, Kemanla, Udla, Kanunla, Sazla. Lirle, Sipsiyle, Neyle, Zilli maşayla, Obualarla saksofonlarla, Akordion, Armonika, daha akla gelmeyen bin çeşit aletle niye tempo tutup niye Müzik yapmaya çalışır insanlar? Dahası koyunlara ağaçlara, kuşlara neden ulaşmaya çalışılır?

En baştan en sonuna kadar, en basitinden en karma karışığına kadar, bir sonsuz disiplinle niye uğraşır durur insanlar?

Yazılmış binlerce hikayesini bulmak mümkün bunların.

Fareli köyün kavalcısını okumamış olan insanı çok azdır insanlığın.

Kızılırmak kara koyun, Sürü filmleri gibi kendileri bile baştan sona bir sanat eseri olan bu görseller neden yapılır?

Koyunlarına kaval çalan bir çobana bin koyunlu ağanın kızının aşık olmasını sağlayan o seler…

“Sise mahkum

Bir kar seğirdi yüzünde

Aldığı nefes değil sesli hırıltı

İleri yaşın günden güne ölümü

Tek yakınma etmeden

Etmeden tek söz…

Seslerin tuhaf bir etkisi vardı Ne sesi olursa olsun. Buyurgan, Yatıştırıcı, Gözü pek, Kavgacı Isırgan, Sanki eski bir çekirdeğin içinden yeni bir hayatın fışkırması gibi ya da.

Köy hayatı azalınca, İnsanlar şehirlerde yoğunlaşınca değişiyor her şey. Tabii bu arada müziklerimiz de. Zirveleri ise O çoğumuzun anlamadığı Konçertolara, Senfonilere, Sonatlara bırakıyor yerlerini. Aşık Veysel’in “Uzun İnce bir Yoldayım.” Inı çalıyor yine Müzisyenler de yanına neler neler katarak. İşte Çok İnsanlı yaşamanın da bir bakıma sonucu olan çok sesliliğe geçiyor Müziğimiz bile.

Tatları çok çok farklı aynı yemek gibi.

Yakınlarda kaybettiğimiz Bilim ve Sanat İnsanımız Doğan Cüceloğlu’muzu anlatan Deniz Bayramolu’nun söyleşi kitabında yakalıyorum bu yazımın ana fikrini.

Ne dinleyelim başlığı altında ilerlerken, söz dönüp dolaşıp Kanser Hatası yeğenine geliyor ve orada anlatıyor Rahmetli Cüceloğlu:

“ Şimdi eninle bir türkü dinlemek istiyorum, neyi dinleyelim? Diye sordum.

Gülümsedi yüzüme baktı. “ Dayı ben de senden bunu beklerdeim zaten.” Dedi. Kahkahalarla gülerken bir yandan da ağamaya başladık.  “Beraber” dedi, Erkan Oğur’dan  Bir derdim var bin dermana değişmem dinleyelim…

Dinledik kendisiyle son anım oldu bu.

Ama o an ne zenginlik kattı hayatıma anlatamam.

Kafamız anlamasa bile içimiz anlıyor, biliyor.

Bir yanım hiçbir şey bilmese bile, bir ynaım bilir neden gözlerimden şıpır şıpr yaşlar döküldüğünü.

Daha neyi nasıl anlatabilir ki bir sanatçı…

İşte bu dur sanat ve sanatçı…