Merhum Süleyman Demirel’in en büyük hayali neydi bilemem ama bitiremediği yarım kalan bir hayalini gerçekleştiremeden göçüp gitti.

Cumhurbaşkanlığı dönemiydi. Demirel memleketi Isparta’nın kardeş şehir gibi gördüğü için sık sık Antalya’ya gelir, Antalya’dan da Ata toprağı Isparta’ya geçerdi. Antalya basınına da önem veren bir siyasetçiydi. Yine bir yaz sabahı Kemer’de bizi kaldığı otelin kahvaltısına davet etmişti. Ankara’dan onu takip eden basın mensuplarıyla ile birlikte kahvaltıya oturduk. Çoğumuzu isim isim bilir ve ismimizle hitap etmeyi severdi. Hatta hangi ilde görev yaptığından tutun doğduğu ili bile bilirdi. Müthiş bir hafızası vardı.

Sohbete başlarken bana döndü, “Diyarbakır hala su sıkıntısı çekiyor değil mi? Bak Diyarbakır’da Karacadağ’dan gelen yer altı kaynak suyu aynı zemzem suyu gibi kaliteli ve güzel sudur. Diyarbakır’ın içme suyu olarak can damarıdır’’ diyerek Diyarbakır’da kaç koldan su geldiğini anlatmaya başlayarak, bu suların 100 yıl 4 Diyarbakır nüfusunu besleyebileceğini anlattı.

Konu buradan açılmışken oradan Harran Ovası’na geçti ve “Bakın çocuklar su hayattır. Su yaşamdır. Toprakla buluştuğunda tarımdır, hayvancılıktır. Tarım ve hayvancılık yaşamın en önemli unsuru hatta ta kendisidir. Çünkü Tarım ve hayvancılık aynı zamanda sanayiyi besler, ona ham madde üretir. Sanayiyi oluşturur, bu da işte bir ülkenin en büyük zenginliğidir.

Benim taaa Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüm zamanında en büyük kafamdaki proje olan Harran Ovası’nı sulamak ve tarıma kazandırmak. Yıllarca dağları tepeleri aştık barajlar yaptık. Ama bu büyük projeye zaman yetmedi. El attık atmasına da ona da bütçe yetmedi. Tam yapıyoruz derken, siyasi süreç yetmedi. Amacım el attığımız Harran’ın kollarını birleştirip, bu arazi üzerinde modern tarımı uygulamaktı.

Bir ülkede suyuna sahip çıkmazsan tarım olmaz. Tarıma sahip çıkmazsan sanayi olmaz. Bizim ihracat yapacak petrolümüz maalesef yok. Bizim petrolden daha kıymetli suyumuz ve her mevsimde hayat veren topraklarımız var. İthalat kör bir kuyudur bir ülke için. Tıpkı kara delik gibidir. Ülkeyi yer bitirir. Birkaç tüccar para kazandırılınca sanırlar ki ülkeye hizmet etmişiz. Bir de bakmışlar ki hepsi büyük ülkenin uşakları olmuşlar.

Köleleşmiş körleşmişler. Dünyaya tarımı ihracat yapabilecek kapasitede olan bu ülkenin yapacağı en önemli şey suyuna ve toprağına sahip çıkmalı. Köylü desteklenmeli. Büyük üretim çiftlikleri oluşturulmalı. İthalattan mecbur olmadıkça, Allah mecbur etmesin, kaçınmalıyız. Ben Harran’a el attım ama sonunu getiremedim. Umarım bir vatansever evladı yarım kalan bu muhteşem projeyi gerçekleştirir. Bu ülkenin zenginliği tarım ve hayvancılıktan geçer’’ dedi.

Bu yazıyı yazarken birden aklıma son yılların sık sık değiştiği tarım bakanları aklıma geldi. Nedense onlar ülke kalkınmasını ithalatta arıyorlar. Gelen çiftçiye vuruyor, giden vuruyor. Çiftçinin traktörü, ekip biçtiği topraklar hacizli. Sanki gizli bir ek ülke kalkınmasına el koymuş gibi. Samandan mercimeğe, pirinçten bulgura kadar ithalat.

Hayvancılık ise can çekişiyor. Hayvan yemi bile dışarıya bağımlı. Türk Lirası düşünce elektriğe ve yeme, ilaca her şeye zam. Dolaysıyla eti, sütü ve her türlü tahıl ve meyve sebze ithal tohum, ilaç gibi ürünler zamlanıyor. Üreticinin de tüketicinin de adeta beli kırılıyor.

Sularımıza gelince. Bir zamanlar ormanlarımızı, meralarımızı, seralarımızı, akarsularımızı devlet kötü niyetli insanlardan korurken, şimdi halkımız saydıklarımızı Devletten korumaya çalışıyor. Dağ taş akan sular aç gözlü tüccarların elinde.

Vatan, millet, devlet, halk kimin umurunda. Varsa yoksa para para para…

Maalesef ülkeyi adeta kavuşa çevirdi bu açgözlü firmalar. Dur diyen yok.

Varsa yoksa İthalat…

Köylüyü, üreticiyi, hayvancılığı takan yok…

Türkiye nereye koşuyor…

Rahmetli Demirel olsaydı Ne derdi acaba…

Haydi hayırlısı….