Yıl 1980 idi. O yıllarda Hürriyet Gazetesi ailesiyle tanıştım. Antalya Büro Şefi Erdoğan Kahya’yı ziyaret etmek için ilk kez Antalya ofisine gidiyordum. Kapıdan içeri girer girmez Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu ve sahibi Sedat Semavi’nin gazetecilere verilen öğütü, yani konuşmasının bir kesiti boydan boya duvara yapıştırılmış, ‘Ey gazeteci kalemini kır, ama asla satma’ yazısıyla karşılaştım. Okuduğumda bu mesleğe olan sevgim bir kat daha artmıştı. Daha sonraki yıllarda kalemini satmayan yüzlerce gazeteci ile tanıştım. Kimi sağcıydı, kimi solcu. Kimi de muhafazakâr İslamcı. Hepsi de inançlı ve inanarak mesleklerini sürdürüyorlardı. Demokrasinin papatya olduğunu düşünürsek, bunlarda ortadaki sarının birer beyaz yaprakları.

O yıldan sonra o derenin altından çok sular geçti.

Bırakın kalemini satmayı, ruhlarını satan satana…

Elazığ’da yaşanan deprem felaketini en bariz örnek olarak yaşamaktayız. Gazete ve televizyonlar hep giden yardımlardan, parti genel başkanlarından, bakanlardan, Cumhurbaşkanından söz ediyorlar. Sanırsın Afrika’ya giden onlarca yüzlerce tırları anlatıyorlar.

Evet. Deprem bir felaket bir doğa olayıdır. Ama yıkım yöneticilerin vurdumduymazlığı, aç gözlüğü, ilgisizliği, kısacası sorumsuzluğudur. Gelişmiş ve bizim gibi depremle yaşamak zorunda olan ülkeler bu sorunu çoktan çözmüşler. Örneğin Japonya’da nerdeyse her gün deprem oluyor, ama ne ölen var ne yıkılan.

Gelelim Elazığ depremine…

Birkaç köy yerle bir oluyor, adeta haritadan siliniyor ama bir Allah’ın bir kulu bu köye uğramamış, neden mi?

Bu köyler Alevi köyüymüş…

Bu iddialar doğruysa çok acı…

Televizyonlarda sanki Elazığ’a yağmur gibi yardım yağıyorken, internette bir kadın yerel bir televizyonun kamerasına ağlayarak, “Depremin tam ortasındayız, ne arayan var ne soran. Yetkililere sokaktayız aç, susuz, soğuktayız. Allah rızası için yardım edin dedik, elimizden geleni yapıyoruz bekle dediler 2 gündür sokakta bekliyorum.”

Yine bir baba ağlayarak afet yetkilisinden çadır ve battaniye istiyor. Yetkili şimdilik yardıma ara verdik emir böyle…

Adam ama siz kamyonlarla gelenleri Suriyelilere çifter çifter verdiniz, bize neden vermiyorsunuz biz bu ülkenin insanı değil miyiz? Diyor yetkili…

Maalesef emir böyle…

Başka bir vatandaş, “Abi bir yerlerden birileri geliyor kucak dolusu yardımları alıp kayboluyorlar bizim yüzümüze bakan yok. Cumhurbaşkanı ve Bakan geldiğinde göstermelik örnek çadırlar kurup oraları dolaştırdılar’’ diyor.

Biz geçmiş yıllarda bütün depremlerde bunları yaşadık hala mı yaşıyoruz…

Galiba evet…

Emin olmak için birkaç meslektaşımı aradım onlarda, “Evet abi maalesef iddialar bu yönde biz de bakıyoruz…” dediler.

O esnada CNN Türk muhabiri televizyonda karşımda çadırın birine girmiş vatandaşa soruyor…

“Ohh çadırınız kurulmuş, çayları demliyorsunuz yataklarınız serilmiş mutlu musunuz?”

Tam bu cümleyi 4 kez tekrarladı…

Yuh artık…

İnsanlar acı içinde evleri yıkılmış, yakınları ölmüş veya yaralı. Bir çadıra sığınmak zorunda kalmışlar nasıl mutlu olsunlar. İstersen karşında bir de sevinçten göbek havası çeksinler ve halay tepsinler olur mu beyefendi?

Seni gazeteci diye hala orada tutanın…

Televizyon ve gazetelere bakıyorsun sanki her şey yolunda güllük gülistanlık…

Bunları araştıran, soruşturan, yazan, çizen yok…

Birkaç yerel veya bölgesel medya dışında…

Dedim ya bizim meslekte 2 yol var ya kalemini kırarsın, ya da ruhunu bedenini, onurunu, vatanını işte böyle satarsın…