Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandan odun keser geçimini bu şekilde sağlarmış.

Günlerden bir gün yine bir göl kenarında yaşlı, kuru bir ağacı kesmek istemiş. Baltasını ağacın dalına asmış, sonra ağaca çıkmaya çalışmış. Güya önce geniş dallarını kesecekmiş. Fakat dala tırmanırken, baltasına dokunmuş ve baltası göle düşmüş. Göl derin, dibi bataklık ve hava da çok soğukmuş. Çaresiz bir şekilde ağacın altında ağlamaya başlamış. Allah kendisine acımış. Kısa bir süre sonra gölün içinden bir melek çıkmış ve niçin ağladığını sormuş. Adam da durumu anlatınca, melek hemen suya dalmış ve sapı som altından bir baltayla çıkmış ve oduncuya seslenmiş:

“Baltan bu muydu?”

“Hayır,” diye yanıtlamış oduncu, üzgün bir sesle.

Melek bir kez daha dalmış, bu sefer elinde gümüş bir balta varmış. Fakat oduncu o baltanın da kendisinin olmadığını söylemiş. Üçüncü kez suya dalan melek odun​cunun baltasını çıkarmış.

Oduncu sevinçle baltasına kavuşmuş. Melek bir kez daha suya girmiş ve önceki altın ve gümüş baltaları çıkar​mış ve oduncuya: “Bunları al ve sat bunlar dürüstlüğüne karşı,Tanrı’nın bir armağanıdır,” demiş.

Oduncu köyüne dönmüş. Bir süre sonra çok zengin olmuş. Başına gelenleri anlatınca da bunları yarım yama​lak kavrayan kıskanç komşusu baltasını almış ve gölün kenarına gitmiş.

Baltasını bir dala asmış ve bilerek dokunarak gölün içerisine yuvarlamış, sonra da ağacın altına oturup ağla​maya başlamış. Gölden çıkan melek ne olduğunu sorunca da tek ge​çim kaynağı olan baltasını suya düşürdüğünü söylemiş. Melek suya dalmış ve som altından bir balta çıkarmış ve oduncuya sormuş, “Herhalde baltan bu olmalı.”

Som altını görüp başı dönen oduncu hemen atılmış:

“Evet, o benim baltamdır.”

Bunun üzerine suratı asılan melek baltayla birlikte suya dalmış ve bir daha
hiç çıkmamış.