Sevgili okurlarım uzun süredir yazı yazmıyordum. Bugün size bir alıntıyla bir şeyler anlatmak istiyorum. Emir subayı, “Ne yapacağız şimdi?” dedi kaygı ve heyecan içinde. “Gömeceğiz onu,” dedi. İki subay, yoldaşlarının, ayaklarının dibinde yatan cesedine baktılar. Yüzü çivit mavisiydi ışıldayan gözleri göğe bakıyordu. Orada dikilmiş duran ikisinin tepesinden kurşunlar vızır vızır geçiyordu, Lean’in Spitzbergen piyadelerinden oluşan bitkin bölüğü, tepenin başından ölçülü bir yaylım ateşi açmıştı. Lean, iki askere bakıp, “Hazırol!” diye haykırdı. Askerler topuk vurarak hazırola geçtiler yaslı bir havaya bürünmüşlerdi. Emir subayı miğferini çıkarıp önüne aldı. Lean, başı açık, mezarın başında durdu. Rostina keskin nişancıları aralıksız ateş ediyorlardı. “Ey Yüce Tanrım, arkadaşımız ölümün derin sularına battı, ama ruhu boğulmakta olanların dudaklarından yükselen kabarcıklar gibi sana atıldı. Yalvarırız, Yüce Tanrım, uçuşan şu küçük kabarcıktan yardımını esirgeme ve” Lean, duayı kısık sesle ve utanarak okumasına karşın, buraya kadar hiç duraksamamıştı, ama tam orada umarsızlığa kapılarak durdu ve cesede bakakaldı. Emir subayı ürkek ürkek yaklaştı. “Ve Senin yüce doruklarından,” diye başlayacak oldu, ama o da sürdüremedi. Lean de, “Ve Senin yüce doruklarından” diye yineledi. Emir subayı, birden Spitzbergen gömme töreninden bir söz anımsayınca, hepsini anımsamış da sonuna kadar sürdürebilirmiş gibi muzaffer bir edaya büründü. “Ey Yüce Tanrım, merhamet et” “Ey Yüce Tanrım, merhamet et…” dedi Lean de. Emir subayı da, “Merhamet,” diye yineledi ve hemen sustu. “Merhamet,” dedi Lean de. Sonra birden acımasızlaşarak iki askere döndü ve yabanıl bir sesle, “Atın toprağı,” dedi. Rostina keskin nişancıları hiç şaşmadan, aralıksız kurşun yağdırıyorlardı. Yaslı görünen erlerden biri, elinde küreği, öne çıktı. Toprağa daldırdığı ilk küreği kaldırdı, ama bir an nedense duraksadı ve çivit mavisi yüzüyle mezardan sert sert bakan cesedin üzerinde öylece tuttu. Sonra da küreği boşalttı – cesedin ayaklarının üstüne. Timothy Lean, üstünden binlerce ton yük birden kalkmış gibi hissetti kendini. Askerin kürekteki toprağı cesedin yüzüne boşaltacağını sanmıştı. Oysa ayaklarına boşaltmıştı. Ne büyük bir başarıydı ama… hah, hah! İlk kürek cesedin ayaklarına atılmıştı. Ne kadar hoş! Yaralı asker, kurşunların geldiği yöne hiç bakmadan, bayırdan yukarıya doğru tabanları kaldırdı öteki er de aynı hızla ardından fırladı, ama koşarken tam üç kez dönüp kaygıyla arkasına baktı. Çoğu zaman, vurulanla vurulmayanı ayıran budur. Timothy Lean küreği toprağa daldırdı, bir an durduktan sonra, yüzünü tiksinircesine buruşturarak toprağı mezara attı toprak pat diye mezara düştü. Lean birden durdu, soluklanan bir işçi gibi alnının terini sildi. “Belki de yanlış yaptık,” dedi emir subayı. Alıkça bir bakış dolaştı yüzünde. “Onu tam bu sırada gömmeseydik daha iyiydi belki de. Ama tabii yarına bıraksaydık, o zaman da ceset” Lean, onun üstü olmadığına bakmadan, “Lanet olsun,” dedi, “çenen tutulsun. Kıdemli subay değildi o.” Küreğe yeniden toprak alıp mezara boşalttı. Toprak her seferinde pat diye bir ses çıkarıyordu. Lean, bir süre, kendini bir tehlikeden kazıp çıkarıyormuşçasına, mezara çılgınca kürek attı durdu. Çok geçmeden, cesedin çivit mavisi yüzünden başka bir şey görünmez oldu. Lean, küreği bir kez daha doldurduktan sonra emir subayına dönüp, “Aman Tanrım!” diye bağırdı. “Adamı mezara koyarken neden yüzükoyun çevirmedin? Şimdi…” Artık kekelemeye başlamıştı. Emir subayı anlamıştı. Benzi kül gibi oldu. Yalvarırcasına, “Devam et, be adam,” diye inledi. Lean, kürekteki toprağı savuruverdi. Toprak bir sarkaç gibi eğri çizerek savruldu. Mezara düştüğünde pat diye bir ses çıkardı.