‘İktisat ile Edebiyatın ne alakası var?’ Aslında iktisat ve edebiyat iç içe geçmiştir. Çünkü yazılan romanların, hikâyelerin ve şiirlerin o dönemin ekonomik ilişkilerini yansıttığı bir gerçektir. Edebiyat eserlerinin, çağının ekonomik ve siyasi yapısından pek de bağımsız olmadığını görebiliriz. Birçok eserde dönemin iktisadi yansımalarının izleri karşımıza çıkmaktadır.

İktisat ve edebiyat İlişkisi çerçevesinde ince memed unutulmaz betimlemeleri ve kuvvetli bir edebi duruşa sahiptir. Roman Osmanlı’daki devlet ve tebaa arasındaki ilişkiye, sosyal ve iktisadi tarihsel gerçeklikleri göstermesi adına oldukça başarılı bir yapıttır.

Sermaye birikiminin işçiler üzerindeki olumsuz etkisi ve bu etkinin işçiler tarafından kırılma çabaları, aşırı çalışma saatlerinin işçiler üzerinde yaratmış olduğu “yabancılaşma”, kötü yaşam koşulları, kadın ve çocuk emeğinin kullanımı gibi konular edebiyat ve iktisat ilişkisinin ana temalarını oluşturmuştur.  Charles Dickens, John Steinbeck, Jack London ve Thomas Mann gibi yazarların eserleri kapitalizmin sosyal çevrede yarattığı travmaları tahlil etmeleri yönünden kıymetlidir. George Orwell ise edebiyat ve kapitalizm ilişkisi yaklaşımının aksine, edebiyat ve sosyalizm/sosyalizm eleştirisi ilişkisi kurmaktadır. Orwell eserlerinde eşitlik ve özgürlük ideallerini tartışmaktadır.. Jack London’ın 1902 İngiltere’sini kaleme aldığı Uçurum İnsanları romanında, sermaye birikiminin neden olduğu çelişki ve bu çelişki dolayısıyla bireyler arasındaki ilişkilerin iktisadi ve toplumsal koşullar tarafından nasıl belirlendiği ve böylece kapitalizmin bireyi nasıl insanlıktan çıkardığı romanın içeriği ile birlikte tartışılmıştır. .

 “Şeyh Bedrettin Hareketi Toplumsal Ayaklanmanın Anadolu Hali” Mukaddes Erdoğdu Çelik, “Şeyh Bedrettin Hareketi Toplumsal Ayaklanmanın Anadolu Hali” yazısında iktidar tarafından bastırılan halk isyanlarının gelecekteki toplumlara ve edebiyata etkisini yine iktisadi koşullar bağlamında ele almıştır.

Robinson Crusoe ise tam bir edebiyat iktisat ilişkisini ortaya koyan muhteşem bir yapıttır. Kendini ıssız bir adada bir başına bulan ve yıllar içinde geldiği ülkede var olan bütün kurumları teker teker yeniden inşa eden Robinson Crusoe’nun ilk “muhasebeci” roman kahramanı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Nasreddin Hoca’yı biliriz, farkında olmasak bile öykülerinden bize bazı ince ve önemli iktisadi davranış örnekleri çıkarılabilmektedir. Örneğin, şu meşhur kazan hikâyesini düşünün. Hepimiz hikâyeyi biliyoruz. . Hikâyede emeksiz, riske katlanmadan, adeta havadan gelen ek kazanı bayıla bayıla kabul eden komşu, nedense aynı şekilde oluşan bir kayıpta feverana başlamaktadır. Çaba sarf etmeden, riske girmeden, ortaklığın tabir-i caizse kahrını çekmeden para kazanmak isteyen günümüz insanından bir farkı yok gibidir. Günümüz iktisadi ilişkilerinde krediye bağlı olarak gelecekte elde edeceği geliri faiz karşılığında kullanılarak bireyler ve toplum tüketime yönelmektedir. Bu da toplumun daha da yoksullaşmasına neden olmaktadır.   

Tarık Buğra Romanlarında Toplumsal İzlekler ve Toplumsal Çevre oldukça derinlemesine işlenmiştir.  Turgut Uyar ise  “Memur Karısı” şiirinde de özgürlüğü elinden alınan bir bireyi incelemiştir. . Hayatını başkalarına adayan şiir öznesi, modern yaşamın ortaya çıkardığı iş hayatının insana sunduğu özgürlük yitimi durumunu ortaya koyar. Memur karısının yaşamak zorunda kaldığı hayat, onun özgürlük alanlarını ihlal ettiği ifade edilmiştir. Uyar bu şiirden yola çıkarak metalaşan yaşamın kadının özgürlüğünü nasıl elinden alarak onu, mahkûm yaşama ittiğini ifade eder. “Memur Karısı” şiirinde

 “Ya bir bakış, ya bir vaad peşinde

 Nasip budur deyip boyun eğmişsin.

Hanım, kadın tazeyken on beşinde…” (Uyar, 2015, Memur Karısı, 25)

Uyar’a göre” kendini başka ideallere adayan bireyler, varoluşsal olarak kendi özüne yabancı, kendi özgürlüğünü yitirmiş kimseler “ olarak görülmektedir.

Oğuz Atay’ı ele alalım. Oğuz Atay “Tutunamayanlar ”adlı romanında küçük burjuva dünyasıyla alay edildiğini ancak bu dünyanın var olan ve mümkün olan tek dünya olarak vurgulanmasının yanlış olduğunu da belirtir.

Nazım Hikmeti düşünelim. Şair aşağıdaki şiirinde inşaat emekçilerinin gündelik durumunu ele almış. Bugünlerde inşaata dayalı sermaye birikim modeline uygun ekonomimiz ve bu sektörün iş kazaları (cinayetleri) konusunda ilk sırada yer almasını anımsarsak ne kadar da güncel bir şiir. Kısa bir bölüm alalım.

Yapıcılar türküler söylüyor. / yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama. / Bu iş biraz daha zor. /……/ yapı yeri toz toprak, / çamur kar / Yapı yerinde ayağın burkulur, / ellerin kanar. / ….yapı yükseliyor, yükseliyor. /……../ yükseliyor yapı kan ter içinde.

Benzer Bir yaklaşımı Ahmed Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanında görmekteyiz. Kapitalizme hazır olmayan bir toplumsal yapıyı betimlemektedir. Tanpınar, emeği üretimin temel unsurlarından biri olarak değil, insan ruhunu eğiterek belli bir ahlakı oluşturan bir araç olarak görmüştür..

Aslında hem Türk edebiyatında hem de Dünya edebiyatında iktisat ve edebiyat ilişkisi iç içe geçmiştir.  Edebiyattaki eserlerin çoğunda toplumun ekonomik ilişkileri romanlar ve öyküler yardımıyla anlatılmaya çalışılmıştır. Yukarıda sadece bunların bazılarına yer verdim. Derinlemesine yapılacak bir analizde çok daha fazla örnekler görülebilir.

Prof. Dr. Y. Koray DUMAN