Cumhuriyet kurulalı daha 20 sene olmamış, dışarda ve içerde uğraşılması gereken bir sürü sorun var…

O zamanlar ülkenin tüm nüfusu, şimdinin İstanbul nüfusuyla hemen hemen aynı. 17 milyon. Ve nüfusun çok büyük bir kısmı köyde yaşıyor.

Bu şartlar altında 1940’ta, köylerde tarım ve sağlık görevlisi olarak çalışacakları yetiştirmek amacıyla Köy Enstitüleri kuruluyor.

Uzun yıllar Fakir Baykurt, Can Yücel gibi birçok değerli insanı mezun eden Köy Enstitüleri, 1954’te kapatılıyor.

Kapatılış o kapatılış. O günden beri ülkede ne eğitim var ne de sistem.

Her gelen hükümet ilk iş olarak olmayan eğitim sistemimize el attı. Yıllarca farklı müfredatlar, farklı sınav sistemleri denendi.

1974 yılından itibaren üniversiteye girmek için merkezi sınav sistemi yapılmaya başlandı.

İlk sistem ÖSS-ÖYS oldu. Sonra bunu sadece ÖSS yaptılar. Bundan da sıkılıp yerine YGS-LYS getirdiler. Baktılar bu da tutmadı, TYT-AYT yapalım dediler.

Bu sınav sistemlerini, ‘Deneme tahtası’ olarak gördükleri bizler üzerinde denediler.

Bizler de bir taraftan sürekli değişen sınav sistemine ayak uydurmaya çalışırken, diğer taraftan da sınav sorularının çalınmaması için dua ettik.

Çünkü ne hikmetse her sene sınavdan önce ‘Bazı’ kimseler tarafından sorular çalınıyor ve yine ‘Bazı’ kişiler Türkiye’nin en iyi okullarına yerleştiriliyordu.

Yani bir yandan hızına yetişilemez şekilde değişen eğitim sistemine yetişmeye çalışıyor, bir yandan ders çalışıyor, bir yandan da sınav soruları acaba yine çalınacak mı diye düşünüyorduk.

Ve bu sorunlarla uğraşırken, ‘Büyüklerimizin’ bize güzel ve kaliteli bir eğitim sunması gerekirken, tam tersi dünyadaki en zor ve en kalitesiz eğitim sistemlerinden birini bize layık gördüler.

Bu seneki üniversite sınavı sonuçları da 64 yıldır aldığımız kalitesiz eğitimin adeta aynası oldu.

Öğrencilerin Matematik ortalaması 40 soruda 5,6 net, Fen Bilimleri ortalaması ise yine 40 soruda 2,8 net.

Bu çocuklar bu netlerle mühendis oluyorlar, sonra bir bakıyoruz, iki damla yağmur yağıyor ve tüm şehri su basıyor, evler yıkılıyor. Doktor oluyorlar, sağ ayağına platin takılması gereken hastayı ameliyata alıp, sağlam olan sol ayağını ameliyat edip taburcu ediyorlar.

Bizim de artık kendi arabamızı, uçağımızı, uzay gemimizi üretmemiz, kendi köprümüzü kendimiz yapmamız lazım. Bunun için de eğitim sisteminin nitelikli hale getirilip, uzun yıllar değiştirilmeden uygulanması gerekiyor.

Nihayet bunları gerçekleştirmemiz için ışık olabilecek Milli Eğitim Bakanı’na kavuştuk. Bakan Ziya Selçuk bilim diyor, akıl diyor, eğitim ahlak üzerine kurulmalıdır diyor.

Sürekli değişen sınav sisteminden illallah eden öğrencilere de müjdeyi veriyor, “Hiçbir öğrenci, veli sürprizle karşılaşmayacak. 2 ay içinde 3 yıllık program açıklayacağız. Bakan değil, gören olacağım. Eğitim ihraç edilebilir ama ithal edilemez” diyor.

Yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, göreve başladığı günden beri umut dolu açıklamalar yapıyor. Umarım bu açıklamalar ve söylemler havada kalmaz, yeteneklerimizi rahatlıkla gösterebileceğimiz bir eğitim sistemiyle uzun yıllar devam ederiz. Çünkü gittikçe kötüye giden ekonomimizi, gittikçe kararan umutlarımızı ancak kaliteli bir eğitim sistemiyle düzeltebiliriz