Şey… Şey olacağını, gerçekten de hiç kimse bilmiyordu ki! Ben de bilebileyim.

Antika bir aferinden yola çıkarak sanat işportacılığına soyunalım mı bu gün de.

Epigram.

Bir anıtın, bir tapınağın, bir mezar taşının üzerine yazılı olan kısa şiir türüne, sanatçıların ve sanat eleştirmenlerinin verdiği ad tır.

Günümüzden 1900 yıl önce, Milattan sonra birinci yüz yılda Roma da yaşamış olan Latin Şair Martialis bu epigram denilen şiir türünü ele alıp, geliştirerek insanların yüceliklerini, iyiliklerini, kötülüklerini, kahramanlıklarını, gülücüklerini, budalalıklarını, aç gözlülüklerini kısacası insanı insan yapan neredeyse tüm vasıflarını  ilgi çekici bu şiir türüyle işlemiş ve bizlere, yani tüm insanlığa, ölümsüz ve bitimsiz bir miras olarak bırakmıştır. Günümüzde hiciv, mizah, taşlama, diye anılan türlerde lirik denilen akılcılığı ve akıcılığı kullanan şiirin yaratıcı sanatçısı o dur.

“ Güçlü pazuların şu halterle neden budalaca tükenir

Bir bağcının çapası bedenini daha iyi işletir.”

Bir Sanatçının günümüzden neredeyse iki bin yıl önce yazıp ölümsüzleştirdiği şu acı gerçeği bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha, okuyup şapkasını eline alıp düşünmesi gerekmiyor mu özellikle ülkemizin şehirlerinde yaşayan gençlerimizin? Spor salonları, spor sahaları şehirlerimizde tabii ki gerekliler ama. Bir bağcının çapasının yani bir şeyler üreterek spor yapmanın neresindeler o çoğu üstüne üstlük para ödeyerek yaptıkları sporlar?

İki bin sene önce de bu böyleymiş demek ki!

Şey…

Şey olacağını hiç kimseler bilmiyor mu?

Yani spor yaparlarken üretim de yapa bileceklerini örneğin kimse bilmiyor mu?

Toplu yaşamak insanları bu kadar mı köreltiyor? Tıpkı bir sürü özgürlüklerini de yok ettiğini bilmedikleri gibi, yok etmiyor mu üretim denilen en önemli yüceliğimizi de o toplu yaşanılan şehirler?

“ Hep soruyorsun bana ey genç

Nasıl olurum zengin

Nasıl yüksek mevkileri elde edebilirim birden bire çalışmadan, diye

Yani nasıl pahalıya satabilirim kendimi diye

Yarınki huyunu bilebilir mi bir insan

Kendisini satmayı bile bilemezken

Söyle bana ey genç

Nasıl bir Aslan olursun sen yarın bir Aslan olsan.”

Kuşkuculuğu görüyorsunuz değil mi?

İşin en güzel tarafı günümüzden iki bin yıl önce sormuş bu soruyu okuyucusuna Martialis.

Sanatta işte bu tür doğruları yakalayıp, yüz yıllar sonrasına yol göstermek, gösterebilmektir iş.

“Gözlerinde şüphe görmek öldürür beni

İnsan güvenmezse nasıl sever ki.” Demiştir Arif Damar Şairimiz de dizelerinde.

Yeteneğin güçlendirilmesini yeteneksiz sanatçıların boş yere yüreklendirilmemesini söyleyerek.

“Suç konusu karanfiller beyazdı

Savcı söyledi yazıcı yazdı.”

Neyi nereye bağlamaya çalışıyorum? Bazen bir şeyi taaa geçmişlerden alıp bu günlerdeki bir olayla birleştirmek suç sayılabiliyor. Öte yandan: Yola çıkmak kaygıyı, yapılacak işi çoğaltmaktır. Yola çıkmamaksa kendi kendini yok saymaktır. Ve en anlaşılır anlamıyla yola çıkmak kendi benliğinin kendi kararlılığının farkına varmaktır.

Unutmamak gerekiyor ki Yaşamak ölmekten korkan için büyük bir kayıptır. Aşk ölmek için değil yaşamak için vardır. Ve iyi ki de vardır.

Kısacası Martialis ten algılayabildiğim Şikayet etmeyeceksin.  Çalmayacaksın. Ya da Arif Damar şairimizin de dediği gibi. Şikayet ettiğin şeyi değiştireceksin.

Çalmayacaksın da nereden çıkıyor bakın:

Epigramlarını oku bana diyorsun

Olmaz diyorum

Biliyorum dinlemek değil niyetin

Aşırmak istiyorum.

Günümüzün İnternet ortamındaki hırsız şairler bundan daha iyi nasıl anlatılır ki.

Gerçek sanat ve sanatçı böyle olunur işte.