Ben halk hikayelerini çok severim. Halk hikayelerini torunlarıma da sık sık anlatamaya özen gösteririm. Umarım sizde ben ve torunlarım kadar bu halk hikayelerini seversiniz. Size bugün değişik bir hikaye anlatacağım. Anlatılanlara göre Kanuni Sultan Süleyman, Budin Seferinden dönüyormuş. Ordu ile Edirne arasındaki bağlar arasından geçiyormuş. Yolun her iki yanına toplanan halk padişahı ve orduyu coşku ile alkışlıyor, dualar ediyormuş. O sırada nasıl olduysa kalabalık bir anda karışmış. Öncü muhafızlar hemen o tarafa yönelmiş. İnsanlar, ihtiyar bir köylüyü tutmaya ve susturmaya çalışıyorlarmış. Köylü ise bağıra çağıra bir şeyler söylemek derdindeymiş. Askerler ve insanlar köylüyü geri çekmişler, padişahı rahatsız etmesini o an için önlemişler. Ancak çok geçmemiş. İhtiyar köylü insanların elinden kurtulmuş, onca muhafızın arasından sıyrılmış ve elinde tuttuğu küreği padişah atının ayaklarına doğru fırlatmış… Küreğin sapı ayaklarına değen at birden ürkmüş, şaha kalkmış. Üzerindeki padişah az kalsın düşüyormuş. Bereket versin sıkı tutmuş da düşmekten kurtulmuş. Muhafızlar kılıçlarını çekmişler, ihtiyar köylüye saldırmak için harekete geçmişler. Ancak padişah hemen onları durdurmuş. Bu gözü kara ihtiyarı hemen yanına çağırtmış. Ancak vezirler, köylünün padişaha zarar verebileceği endişesine kapılmışlar. Padişah onlara dönüp “Durun hele!” demiş.  “Telaşlanmayın. Benim halkımdan bana zarar gelmez. İsteseydi, elindeki küreği atımın ayaklarına değil, kafamıza da fırlatabilirdi. Bırakın gelsin. Onun bir derdi olsa gerek.” Muhafızlar her an tetikte durarak ihtiyarın öne çıkmasına izin vermiş. İhtiyar gelmiş, selâm verip padişahın atının önünde durmuş. İhtiyarın selâmını alan padişah sormuş: “Ey ihtiyar! Söyle bakalım, derdin nedir?” Yaşlı köylü gözlerini padişaha dikerek “Ey cihan padişahı, bir şikayetim vardır!” demiş. Padişah “Peki, nedir ve kimdendir şikayetin?” demiş. Yaşlı köylü biraz daha yaklaşmış, Padişahın atının dizginlerini tutup “Şikayetim şudur ki padişahım askerlerinizden bir kısmı atlarını zapt edemeyip benim bağımın içinden geçmiş, meyve ağaçlarım zarar görmüştür. Onca yıldır bu ihtiyar halimle, elimde kürek didinir dururum bağımda. Ya küreğimin hakkını isterim ya da…” demiş. Bu sözleri duyanlar şaşırıp kalmış. Padişah gülümseyerek “‘Ey yaşlı ihtiyar!” demiş.” Elindeki küreği padişahın atının ayakları altına atar, atının dizginleri eline dolar, kendisinden hesap sorarsın… Bu nice iştir? Korkmaz mısın gazabımızdan?” Padişah ihtiyarın bu cesareti karşısında şaşırmadan edememiş. İhtiyara “Ey ihtiyar!” diye gürlemiş. “İkide bir ’ya da…’ deyip duruyorsun. Söyle bakalım ya da ne yaparsın?” İhtiyar köylü, padişahın sesini yükseltmesine bir hayli içerleyip “Ne bağırırsın bre sultan? demiş. Burası dağ başı mı? Bu topraklar, Sultan Süleyman’ın kanunlarının geçerli olduğu Osmanlı toprağı değil mi yoksa? Ya küreğimin hakkını verirsin, ya da seni şikayet ederim. Yaşlı köylü, atın dizginlerini bırakmadan “Önce, adaletine inandığım Kanuni Sultan Süleyman’a… Yani sana. Sen hakkımı vermezsen, ‘bu işi, padişahlar padişahı olan yüce Meyla’ya havale edeceğim. “Ey sultan, küreğimin hakkını hemen teslim eyle” demiş. Padişah, bu yaşlı ve cesaretli köylüye Şöyle bir bakıp gülümsemiş. Hemen kürek hakkının verilmesini ve gönlünün alınmasını emretmiş.