Seçimlerden sonra dolar kurunun sürekli artışı asgari ücretli çalışanların belini büküyor. Devlet, kendi işçilerine brüt ve net olarak 21 bin 750 TL asgari ücret öderken, özel sektörde bu rakam hala 10 bin 8 TL seviyesinde bulunuyor. Bu durum, yasalarla belirlenen eşitlik ilkesine aykırı gözükse de kamu işçileri için temmuz ayında brüt asgari ücretin 25 bin TL’ye çıkmasıyla birlikte fark daha da belirgin hale gelecek
Devletin kendi işçilerine yaptığı yüksek miktardaki brüt asgari ücret ödemesi ile kamu ve özel sektör işçileri arasında bir adaletsizlik yaratıyor. Özel sektör çalışanları, halen brüt asgari ücretin neredeyse yarısı olan 10 bin 8 TL’ye mahkûm edilmekte. Bu durum, ekonomik açıdan zorlu bir dönemde yaşayan çoğu insanı daha da zor durumda bırakıyor. Devletin bu konuda adım atması ve özel sektördeki brüt asgari ücreti artırması gerekiyor. Temmuz ayında brüt asgari ücretin 25 bin TL’ye yükselmesi, özel sektördeki eşitsizliği daha da derinleştirecek. Devletin, kendi işçilerine yüksek miktarlarda brüt ücret ödemesi, özel sektör çalışanlarının durumunu daha da zorlaştıracağı görülebiliyor. Tabana yayılan asgari ücretliliğin ev kiraları, yiyecek içecek, giyim gibi ürünlerin fiyatları yukarı doğru seyrederken kur fiyatları yukarı doğru seyir halinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan 2022 Temmuz ayı istatistiklerine göre, ülkemizde 15 milyon 987 bin 428 işçi olduğu düşünüldüğünde, çalışma yaşamında yer alan işçilerimizin yüzde 62,54’ü asgari ücret aldığını açıklamıştı.

https://antalyaningundemi.com/wp-content/uploads/2023/06/ozgur-muftuoglu.jpg İki işçi farklı maaş 1


“EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET”
Yazar ve Akademisyen Özgür Müftüoğlu, devlet ve özel sektör arasındaki maaş uçuruma vurgu yaparak, “İşçinin eğitimi, yaka rengi (mavi, beyaz, pembe vs.), çalıştığı sektör ne olursa olsun ücretin ne kadar olacağını belirleyen temel unsur, işçinin pazarlık gücüdür. İşçinin pazarlık gücünü belirleyen ise çok nadir bulunan özel yetenekleri olmadığı sürece sınıf perspektifine sahip örgütlü bir mücadeleyi ne ölçüde sağlayabildiğidir. Sınıf bilincinin güçlü, örgütlülüğün yüksek olduğu ülkelerde, sektörlerde, işyerlerinde ücretler görece yüksek olabilir ya da tersi durumlarda yani sınıf bilincinin ve örgütlülüğün zayıf olması halinde ücretler görece düşük olabilir. İşçi sınıfı, bu eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için geçmişten bu yana “Eşit işe eşit ücret” taleplerini savunagelmiştir. Ancak bu talep, ücret eşitliğinin en düşük ücrette eşitlenmesini değil, görece en yüksek ücreti kazanılmış hak olarak kabul edip, tüm emekçiler için ücretin en yüksekte eşitlenmesini ifade eder. Bugün kamu ve özel sektör arasındaki önemli farklılık da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu bağlamda kamuda en düşük ücret ile özel sektörde uygulanan en düşük ücret arasında iki kat gibi bir fark oluşmuşsa, bu farkın “eşit işe eşit ücret” ilkesi doğrultusunda düzeltilmesi ve özel sektörde de asgari ücretin bürüt 25 bin TL seviyesine yükseltilmesi gerekir” ifadelerine yer verdi.

https://antalyaningundemi.com/wp-content/uploads/2023/06/naim-goktas-Small.jpg İki işçi farklı maaş 2

SENDİKALAR ENGEL HALİNE GELDİLER

Toplu sözleşme süreçlerinde sendikalar özellikle işveren sendikaları karşısında pasif bir rol alıyor son süreçte işçi sendikalarının talep ettiği asgari ücret kabul edilmiyor. Müftüoğlu bu durumla alakalı sendikaların istisnalar hariç birer engel konuma geldiğini belirterek; “Türkiye’de sendikaların birkaç istisna dışında büyük çoğunluğu kendisini bir sınıf örgütü olarak bile tanımlamaz; sivil toplum örgütü vs. olduklarını söylerler. Bu anlayışın devamı olarak da üzerlerine düşen görevi, yasal mevzuat içerisinde üyelerinin çıkarlarını savunmakla sınırlandırırlar. Hal böyle olunca işçi sınıfına yabancılaşır; üyelerinin çıkarlarını dahi savunamadıkları gibi işçi sınıfı mücadelesinin önünde bir engel haline gelirler. İşçilerin örgütlü olması ve özellikle üretimden gelen gücün yani “grev”in kullanılabilir olması, işçinin pazarlık gücünü arttıracak ve bu da ücretlere olumlu yönde yansıyacaktır” diye konuştu.

EŞİTLİK İLKESİ
Araştırma Görevlisi Naim Göktaş ise asgari ücret tanımlanmasında bile alınan maaşın bir işçinin barınma, giyim, gıda gibi unsurları karşılaması gerektiğini belirterek, “Asgari ücret tartışmalarına farklı açılardan bakabiliriz. İlk olarak kamu ve özel sektördeki eşitsizliği söylemek mümkün. Şu anda kamuda işçiler açısından en düşük brüt asgari ücret özel sektördekinin iki katından fazla. Bu durum eşitlik ilkesine aykırı. İkinci olarak asgari ücretin en çok tartışılan yanına bakalım, asgari ücret miktarına. Asgari Ücret Yönetmeliğinde asgari ücret şu şekilde tanımlanmıştır: “Normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti ifade eder.” Bu tanımdan yola çıkarak şu soruyu rahatlıkla sorabiliriz. Herhangi bir asgari ücretli, bu tanıma göre ihtiyaçlarını karşılayabilir mi? Özellikle büyükşehirlerde barınma ve gıda fiyatları bu kadar artmış iken. Bu soruya çok rahatlıkla hepimizin vereceği cevap belli aslında” dedi.

https://antalyaningundemi.com/wp-content/uploads/2023/06/asgari-ucret-zammi-belli-oldua.jpg İki işçi farklı maaş 3

10 İŞÇİDEN 1’İ BİLE TOPLU SÖZLEŞME KAPSAMINDA DEĞİL
Göktaş, Türkiye’de asgari ücretin Avrupa’dan farklı olarak ortalama ücret haline geldiğini şu şekilde açıkladı;
“Son dönemdeki döviz kurlarındaki artışla ülkemizde asgari ücret, Euro düzeyinde Avrupa ülkeleri arasında en düşük düzeyde. Bu konuda Bulgaristan ile yarışıyoruz. Siyasal iktidarın ucuz emek üzerinden yabancı sermayeyi çekme amacının uzantısı olan bu gerçekliğin genel kamuoyunda çok fazla tartışılmayan bir yönü daha var. Bu da Türkiye’de asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesi. Diğer Avrupa ülkelerinde asgari ücret alanlar çalışanların çok düşük bölümünü oluştururken bizim ülkemizde asgari ücret ve asgari ücrete yakın ücret alanlar çalışanların çoğunluğunu oluşturuyor. Bu durumu da dipte eşitleme olarak tanımlamak mümkündür. Bu olgunun ortaya çıkmasının en önemli sebebi ise toplu pazarlık oranının ülkemizdeki düşüklüğü ile ilgili 10 işçiden biri bile dahi toplu pazarlık kapsamı altında değil. Toplu pazarlık kapsamı altında olanlar da büyük ölçüde kamuda çalışanlar. Özel sektörde geleneksel olarak sendikalaşmanın var olduğu belli işkolları hariç sendikalaşma yok denecek düzeyde. Doğal olarak hızlıca asgari ücretliler toplumu haline geliyoruz” ifadeleriyle devam etti. Müftüoğlu ise asgari ücretin açlık sınırının altında kalmasına vurgularken, “Ücretler genel düzeyi ya da başka bir ifadeyle emekçilerin üretim sürecinden aldıkları pay, işçi sınıfının öznel ve nesnel durumu konusunda da fikir verebilir. Eğer bir ülkede asgari ücret diğer ülkelerden düşükse, daha önemlisi açlık sınırının bile altında kalmışsa ve bir de o ülkede emekçilerin yarısı asgari ücretle çalışmaya ve yaşamaya razı edilmişse işçi sınıfının durumu son derece vahim demektir.”

“GÜVENCE ALTINA ALINMALI”

Göktaş, grev hakkının güvence altına alınması gerektiğini belirtirken “Grev hakkı ile garanti altına alınan sendikalı ve toplu iş sözleşmeli endüstri ilişkileri sisteminin yaygınlaşması gerekiyor. Ancak bizim sendikal faaliyetleri düzenleyen yasalarımız işçilerin sendikal haklarını güvence altına almak için değil işyerlerini sendikasızlaştırmayı kolaylaştırdığı için en başta tepki göstermemiz gereken durum buna karşı olmalı. Ancak sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldıran çağdaş bir endüstri ilişkileri sistemini hayata geçiren bir mevzuatın talep edilmesinin sendikalar açısından da yeterince gündem edilmediğini söylemek mümkün. Ayrıca toplu pazarlığın düşük düzeyde olmasının bir diğer nedeni de yasada var olan teşmil sisteminin uygulanmaması. Teşmil, bir işyerindeki toplu iş sözleşmesinin aynı işkolundaki başka sendikasız bir işyerinde uygulanmasıdır. Pek çok Avrupa ülkesinde toplu pazarlık kapsamı altında olanların sendikalı olanlardan fazla olmasının ana nedeni de teşmil uygulamasının kullanılması ile ilgilidir. Bazı Avrupa ülkelerinde bu uygulama sayesinde toplu sözleşmesiz işçi oranı neredeyse yok denecek seviyededir. Sendikaların bu konuda da ciddi eksiği var. Sendikalar teşmil uygulamasını etkili kampanyalarla gündeme getirebilir. Ancak birkaç değerli bilim insanı hariç bu konuyu gündeme getiren de yok diyebiliriz. Sorunlar ve nedenlerine dair çok daha fazla şey söylenebilir. Çözümleri üzerine de herkes durduğu yerden farklı sözler söyleyebilir. Benim diyeceğim temel şey de Türkiye’de sınıf mücadelesinin güçlenmesinden başka yol, bu tabloyu değiştiremez. Sendikalara da bu nedenle önemli bir görev düşüyor. Yukarıda iki temel gündem başlığı söylendi mesela. Bunlara ek de yapılabilir. Ancak bu konudaki görevlerin acil olduğunu ve çalışanların ortak mücadele zeminlerinin kurulmasının asgari ücretliler toplumu olmaktan kurtulmak istiyorsak mecburiyet olduğunu düşünüyorum. Sendikaların eksikleri neler, sendikal bürokrasinin ve sermayeye ve iktidara güdümlü sendikacılığın yukarıda anlattığımız tablodaki rolleri ise uzun ve başka bir tartışmanın ana konusu. Ancak bu tartışmanın da ertelenemez bir tartışma olduğunu düşünüyorum” diyerek sözlerini son verdi. YASİN ÇOBAN https://antalyaningundemi.com/ ÖZEL HABER