Yıldız
Kenter, ülkemizin yetiştirdiği, Türk tiyatro ve sinemasının gelmiş geçmiş en
başarılı oyuncularından biridir. Olağanüstü bir yetenek sahibidir. “Kabak
Çekirdeklerim” Kendi yazmış olduğu bir anı hikayesidir. Okumadan geçmeyiniz. İnsanın
ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam. Doğmak, ölmek isteğe bağlı
değil. Ölmek, belki bazen. Bize düşen yaşamak. Koşullar ne olursa olsun
yaşamak. Ayakta kalmak. Haydi sıyırttın, hayatta kalabildin zar, zor. Uzun
yaşamak bir ayrıcalık. İyi, güzel. Ama ayakta kalmak, kalabilmek. Ceza! Müthiş
bir ceza! İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutmadığım bir cezaya
çarptırıldım. Kara tahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm kara tahtaya dönük, ders bitimine kadar
kıpırdamadan ayakta durmak. Utanıyorum, midem bulanıyor. Ölmek istiyorum.
Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum. Sonra bir ara cebimdeki
kabarıklığı hissediyorum: Kabak çekirdeklerim! Bir kuruşluk kabak çekirdeği
almıştım, bir tane bile yemedim. Mahmut’la (Benden bir buçuk yaş büyük
ağabeyim üçüncü sınıfa gidiyor) eve giderken yiyecektik. Evimiz taa tepede, Abidin
Paşa Köşkü’nün orada. Bahardı. Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş.
Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla. Papatyalar,
gelincikler. Haydi be sen de! Ne diye ölecekmişim. Mati’ciğimle güzelim
dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken! Şimdi dönüp
geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi
görüyorum. Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma!
Değer mi? Bir şey yap. Met’i anımsıyorum, Sevgili Aziz Nesin’i. İçim ısınıyor
yeniden. Kalk hadi diyorum, durma koş, bir şeyler yap. Yaşa. Dur diyorlar bir
yandan da, koşma.
Yeter, dinlen artık. Koşma. Öl artık! Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha.
(Alıntı)