Şehrin kıyısında, ufacık bir derenin kenarında, dalları suya sarkan ihtiyar bir söğüt ağacı vardır. İlkbaharın başlangıçlarında bu söğüdün dallarına bir dişi kırlangıç gelip kondu. Derenin bir başından bir başına yıldırım gibi uçan, beyaz göğüslerini suya dokundurarak şeffaf kanatlı küçük böcekleri yakalayan diğer kırlangıçlara bakmaya başladı. Başını hafif hafif sallıyordu. Derin düşüncelere daldığı belliydi. Söğüdün dalları hışırdadı. Bir erkek kırlangıç geldi, dişinin karşısındaki dala kondu. Kırlangıçlar arasında pek teklif yoktur. Uzun uzadıya takdim filan edilmeden konuşmaya başladılar ve pek az sonra da ahbap oldular. Muhabbeti kaynattılar. -Olur ya!- demeyin, iki kırlangıcın ilkbaharda, herkes dört tarafa koşup çalışırken bir söğüt dalında oturup yarenlik etmeleri gündelik işlerden değildir. Bizim kırlangıçların ikisi de antika mahluklardı, yani öteki kırlangıçlara benzemiyorlardı. (Başkalarına benzemeyenlere antika derler.) Evvela dişi kırlangıç lafı derin tarafından açtı: Siz hiç çalışmıyorsunuz? Başka bir kırlangıç olsaydı hemen: Ya siz neden burada oturuyorsunuz?- diye ikinci bir sorguya kalkışırdı. Fakat bizimki derin derin içini çekti ve sustu. Ve dişi onun söylediği şeyleri anlıyormuş gibi başını salladı ve gözlerini aşağıda şıpırtıyla akan suya dikti. Bir müddet daha sustular. Erkek birdenbire gözlerini dişiye dikerek söze başladı: Bakınız şunlara. Ve aşağıda birbirini çaprazlayarak uçan ve dokuma tezgahının mekiklerine benzeyen kırlangıçları gösterdi.  Bakınız şunlara… Sabah akşam demeden, yaz kış demeden çalışıyorlar. Ben bunlara çok kere sordum: Neden böyle durmadan uğraşıyorsunuz, dedim, cevap vermediler. Omuzlarını silkip yanımdan uzaklaştılar. Dişi: Birbirimize sen diye hitap etsek nasıl olur? dedi. Erkek okkalı sözlerine cevap olmayan bu lafı beklememekle beraber, bu tekliften hoşlandı ve tekrar başladı: Adeta utanıyorum” dedi. Bütün kuşları sıraya dizseler biz herhalde sonuncu gelmeyiz. Kılığımız, kıyafetimiz düzgündür. Aklımız, şu sabahtan akşama kadar avaz avaz bağıran bülbülden herhalde üstündür. Kanadımızı bir vursak en hızlı güvercinden daha çok yol alırız. Halbuki bütün kuşların en zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile üç günlük ömrünü keyifle geçiriyor da, biz, arasından uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz. Biraz durdu, dişiye doğru yandan bir göz attı: Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: ‘Dünyada neler gördünüz?’ dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki. Dişi, gözlerinin içi buğulanarak: Ah- dedi, -tıpkı benim gibi düşünüyorsun. Erkek cevap verdi: Zaten seni burada tek başına görünce benim gibi düşündüğünü anlamıştım. Doğru değil mi ama? Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?  Mesela: Hiç ayrılmayalım, olmaz mı?- demek vardı, fakat bu pek geniş manalı ve müphemdi. Nihayet günün birinde ikisi de bunun böyle sürüp gidemeyeceğini anladılar. İkisi de birbirlerine açılmaya karar verdiler. Sabahleyin karşı karşıya gelince dişi söylemek istediği şeyleri gözleriyle anlatmak istedi. Tam bu sırada, üzerinde oturdukları söğütten sarı bir yaprak koptu, iki tarafa sallanarak aralarından geçti ve dişinin en manalı baktığı zamanda gözlerinin önünü kapattı. Erkek bu bakışı göremedi. Fakat her ikisi de sarı yaprağı gördüler. Erkek ağzını açtı:  Senden hiç ayrılmak istemiyorum.  Demek üzereydi ki, buvvv diye soğuk bir rüzgar esti. Dişi, erkeğin sözlerini işitemedi. Fakat her ikisi soğuk rüzgarın sesini duydular. Birbirlerinin gözlerine baktılar artık yuva kurmak zamanının geçtiğini, sonbaharın geldiğini, ayrılacaklarını anladılar. İkisi de içini çekti. Tepelerinden birçok kırlangıçlar geçti: Sıcak yerlere dönüyorlardı. Ayrıldılar. Ve bir daha birbirlerini görmediler. Fakat ikisi de küçük derenin kenarındaki söğüdü ve orada geçirdikleri güzel ilkbaharı ve yazı unutmadılar. Ve ikisi de, böyle bir yaz geçirmemiş olan diğer kırlangıçlara tepeden baktılar. (Çünkü azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar.)