İnsanoğlu var olduğu ve toplumsal yaşama başladığı gün siyaset bilimi devreye girmiştir. Daha sonra bu gelişmiş Yunanlar bunun adına siyaset ismini verse de, Romalılar dünyada yaygınlaşmasına ve bir felsefe gibi algılanmasına neden olmuştur.

İlk insanlar toplu yani sürü halinde yaşama geçince bir lider etrafında birleşmiş ve yaşamışlardır. Zamanla Liderin yanlış karar ve haksızlıklarına baş kaldıran olmuş. Bu düzen yüzyıllar boyu devam etmiştir.

Orta çağda sanayinin gelişmesiyle yönetime baş kaldırış büyük kitleler halini aldığını tarihten öğreniyoruz. Aklımıza gelen ve yaşadıklarımızdan anladığımız dünyada 2 sınıf oluşmuştur yöneten ve yönetilen. Kısacası sömürülen ve sömüren.

Bazı insanlar düzenden yana tavır alarak çıkarlarını korumak isterken veya sömürenin elde ettiği paydan nemalanmak isteyenler olmuş. Bir de kişiliklerini yitirmiş boyunduruğu kabullenen bir topluluğun yanı sıra yine bu düzene karşı çıkarak ağır bedeller ödeyen ve ödemeyi göze alanlar günümüze kadar sürüp gelmektedir.

Örneğin bir fil çok güçlü olmasına karşın İnsanoğlunun zulmü karşısında ehlileşerek efendiyi kabullenip onun kölesi haline gelmiş, bir filin ipini 6-7 yaşındaki küçük bir çocuğun elinde onu yönlendirdiğini görebiliyoruz. Fil fil olmaktan çıkmıştır. Direncini, inancını, özgürlüğünü kaybetmiştir.

Ekonomisi gelişmiş ülkeler bu sorunu bir nebze olsun çözebilmişler. Çalışanlarına (Kölelerine) bazı haklar tanıyarak yaşamlarını daha kolaylaştırmış, aldıkları büyük pasta payının birazını daha artırarak karşı çıkmayı engellemiştir.

Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde ise durum farklıdır. Tıpkı bir fil hikayesinde olduğu gibi ipin ucu yönetimlerdedir. Örneğin ülkemizde 20 milyon emekli açlık sınırı altında, Köylü hacizlerle borçlarla boğuşuyor. Asgari ücret ve asgari ücret altında çalışanların sayısı 20 milyonun üstünde. Bir de buna işsizleri katarsak ülkeyi yönetenlerin yani ipimiz ellerinde bulunduranların sayısının ne kadar az olduğunu görürüz.

Peki ya direnenler…

Günümüzde haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye karşı çıkanlara DEVRİMCİLER adını vermekteyiz ki  İdealist olanlar…

Onlar 2’ye ayrılıyor. Sömürenlerden yana olanlar ve sömürü düzenine karşı çıkanlar. Sayıları ancak birkaç binden öteye gitmemektedir.

Adam aç, ayağında ayakkabı değiştirme zamanı çoktan gelmiş. Çoluk çocuğu yoksulluk içinde yaşarken, kendini insafsızca yönetenlere karşı çıkmak yerine onu sahibi olarak görmekte ve İnsanlık direncini yitirdiğinin farkında bile değil.

Çoğunlukta olmalarına rağmen ağalarını, beylerini, hükmedenleri, sömürenleri can hıraç bir şekilde savunmayı da ihmal etmemektedirler.

Düzen değişmeli diyenler siyasi, sosyal baskı altında. Zaman zaman ölümlere varan, zindanlarda çürümeye terk edilen, ülkeden kaçmak zorunda kalmışlardır.

İşte yaşadığımız düzenin aynısı 900 yıl önce yaşananları şair nasıl dile getirmiş

ÖMER HAYYAM’IN KEHANETİ !!!!

1048 – 1131 yılları arasında yaşayan İranlı şair, yazar, matematikçi, filozof ve astronom Ömer Hayyam, sanki her devire uysun diye, 900 yıl önce aşağıdaki dörtlükleri yazmış…!

*

Celladına aşık olmuşsa bir millet,

İster ezan, ister çan dinlet.

İtiraz etmiyorsa sürü gibi millet,

Müstehaktır ona her türlü zillet.

​                                                                                                                           

Dünya üç beş bilgisizin elinde,

Sanırlar ki tüm ilim kendilerinde.

​Üzülme, eşeği eşek beğenir,

​Bir hayır var sana bana kötü demelerinde.

​                        ​

Felek ne cömerttir aşağılık insanlara,

​Han, hamam, dolap, değirmen hep onlara.

​Kendini satmayan adama ekmek yok,

​Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya.

Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye,

Altınlarıyla ​gümüşleriyle övünmeye.

Tam işleri dilediği düzene sokar,

Ecel çıkıverir pusudan, ben ben diye.