Ülke olarak bayılırız kolaya kaçmaya. Günübirlik yaşarız. Yaptığımız şeyin vicdani tarafını hiç sorgulamayız. Yıllar önceydi gecekondu yıkımları vardı. Devlet hazine arazisi üzerine yapılan gecekonduları yıkıyordu. Hiç kimse bu adamların buraya nasıl yerleştiğini sorgulamıyordu. Oysaki buradaki gecekonducular, 3-5 isim söylüyordu. Hepsi yerlerini onlardan para vererek almışlardı. Ya bu gecekonducular bize anlattıkları gibi dertlerini belediyeye anlatmıyorlar, ya da belediye işine gelmediği için anlatılanları dinlemiyordu. Çünkü buradan sattıkları arsalarla haksız yere dünya kadar para kazanmışlar, büyük güç olmuşlardı. Onlarla mücadele etmek çok güçtü. Oysaki gecekondu sakininin ne kadar arkası olabilirdi ki, burada yıkım yapmak, arazi mafyaları ile uğraşmaktan çok kolaydı, onlar da öyle yaptı.

KİM SATTI?

Mesleğim gereği çok sayıda uyuşturucu davası izledim. Genellikle yakalananlar torbacı diye tanımlanan son satıcılardır. Oysaki uyuşturucu baronlarının siyasi arkaları vardır, gücü vardır, parası vardır. İşte o izlediğim uyuşturucu mahkemelerinde satıcılara hep niye sattın diye sorulurdu, nereden aldın diye değil. Çünkü bu çok daha pratikti. Nereden aldıysa aldı. Önemli olan satmasıydı.

ÜRETENLER NEREDE?

İşte geçtiğimiz günlerde Antalya Semt Pazarcılar Odası Başkanı İsmail Öz’ün bir paylaşımını gördüm. Markacılara isyan ediyor. Markacı ünlü markaların imitasyonunu satan küçük esnafa baskın yapan avukat ve şirketler. Öz, pandemi nedeniyle tekstilcilerin çok zor günler geçirdiğini, ancak markacıların kapalı dükkanlara bile baskınlar düzenleyerek malları toplattığını belirtiyor. Üstelik bildiğim kadarıyla dava açarak tazminatta almaya çalışıyorlar. Azıcık edep yahu insanların evlerine ekmek getiremediği bir dönemde bu ne hırs? Bu kestiğiniz cezaları bu insanlar nasıl ödeyecek? Niye gidip bunların üretim yerleri ile uğraşmıyorsunuz da, şu anda can çekişen küçük esnafın peşindesiniz? Çünkü gücünüz ona yetiyor. İşin garip tarafı da burada sahte diye hakkında işlem yapılan ürünlerin aslında gerçeği ile aynı tekstil atölyelerinde üretilmesi. Atıyorum x firması Türkiye’den bir tekstil firmasına fason üretim yapıp bir kot pantolonu 20 liraya mal edip bizlere 300 liraya satıyor. Bir başka atölyedeki aynı kalitedeki bir başka kot pantolona bu firmanın logosunu basıp, yine 20 liraya satıyorlar. Pazarcı da bunu 20 liraya alıp, 30 liraya satıyor. İşte bizi de böyle kekliyorlar. Bugün ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da sanki tekstil bizden daha mı üstün? Hayır. Bizlerin marka merakını istismar ediyorlar. O zaman gelin bizde bu firmalara ceza keselim ve onların mallarını boykot edelim. Kotumuzu x firmasının mağazasından almayalım da, yerli üretim alıp kullanalım. Ha en kötü ihtimal aldığımız kot diğeri kadar kaliteli değil mi, zaten biz o paraya 10 tane kot alabiliyoruz. Eee o zaman. En azından yabancılara kazıklanmayalım. Unutmayalım ki, o firmalar bir gün Türkiye pazarını beğenmez ve geri çekilir. Ancak biz kendi esnafımızı yok etmeye devam edersek, asla onların esaretinden kurtulamayız. Bu arada sevgili markacılar, siz de bağlı bulunduğunuz yabancı firmalara yalakalık yapıp, komisyonunuzu almaya devam edin. Lakin şunu da unutmayın. Şu anda çok zor şartlarda ayakta kalma mücadelesi veren bu esnaf size fena beddua ediyor. Benden söylemesi ne demişler kiminin parası, kiminin duası.

Esen kalın… 

NOT: Bu arada Konfeksiyoncular ve Butikçiler Odası Başkanı Yusuf Kurul’da esnafının çok zor durumda olduğunu kendi sosyal medya hesabından paylaşmış. Kurul, esnafının bitme noktasına geldiğini, 10 aydır büyük sıkıntılar yaşadıklarını, ancak yeni açıklanan paketten kendilerine hiçbir iyileştirmenin çıkmamasından yakınıyor. Haklı mı, haklı…